üç

36 7 1
                                    

Soğuk kış günleri olaysız geçmeye devam etti fakat Felix huzursuzdu. O geceden sonra ne istediğini gerçekten bilmiyordu ve Chris'in sessizliği hiç yardımcı olmuyordu. Başta gerçekten bu öpücüğün onun umurunda olmadığını düşünmüştü ama görebiliyordu, içten içe bunu dert edindiği, yalnızca kavga çıkmaması için sustuğu belliydi.

Bundan dolayı günler olaysız geçse de Felix'in içine kaos hakimdi. En başa gidip durmaktan kendini alamıyordu, Chris hep böyleydi. Hatalı ya da hatasız olması hiç fark etmezdi; asla tartışmaz, hep yumuşak davranırdı. Felix onun delirdiğine bir kez bile şahit olmamıştı. Kendisi bazı zamanlar sakinliğini kaybedip rolünden çıktığında bile Chris her zaman orada durmuş ve sakinleşmesini beklemişti. Onunla hiç kavga etmemişti.

Temelde Felix tüm bu kavgaları tek başına etmiş, günün sonunda sakinleşmek ve biraz uyuyabilmek için ilaçlarını içip yatağa girmişti.

Ne düşünüyordu, böyle olması iyi miydi? Fazla harika, kusursuz, oldukça düzenli... Başta ona nefes aldıran ve taptaze hissettiren tüm bu özellikler yavaş yavaş etkisini yitiriyorlardı.

Biraz üzülmüş hissetti. İçindeki parçalar tekrar bozulmuşlardı. Belki de bozuk olan halleri bu kısacık geçen zamanlarıydı. İyi olduğunu düşündüğü tüm o seferler aslında sahte mutluluklarla dolup kendini kandırdığı bu kısacık zamanlar değiller miydi?

Başa dönüyordu. Christopher'la tanışmadan önceki haline, nefes alamadığı berbat zamana... İşte, böyleydi. Her uğraş, her kişi, her biri birer ilaçtı ve etkisi eninde sonunda geçiyordu.

Felix kendi içinde boğulmakla meşgul olduğu sırada telefonuna Wooyoung'tan bir mesaj geldi. Sıkılıyorsa gelmesini söylemiş altına da adres eklemişti.

Düşünmeden hazırlanıp çıktı.

Ara caddelerden birine sıkışmış olan mekân henüz çok kalabalık değildi. Wooyoung onu gördüğünde sırıtıp el salladı.

"Vay, gelmezsin sanıyordum!"

Felix kendini gülümsemeye zorladı fakat yorgundu, ifadelerini yönetecek gücü kendinde bulamıyordu. Buraya neden geldiğini bile bilmiyordu.

Wooyoung yaklaşıp elini beline koyduğunda ve onu bara yönlendirdiğinde sesini çıkarmadan eşlik etti.

Bir tabure çekip oturması için bekledikten sonra barmene yönelip "Ya!" diye seslendi Wooyoung. "Changbin-ah, misafirimiz var."

Felix bu ismi duyduğunda oturmakla meşguldü; bir an için nefes alamadı, kalbi saniyelik aksamadan sonra biraz daha hızlı atmaya başladı, bakışlarını sonunda barın arkasındaki bedene çevirebildiğinde küçücük kalan gücü de tükenmişti. Maske ya da kabuk, hiçbiri yoktu. Tamamen kendisiydi ve kendisi olarak bakıyordu Changbin'e. Artık neler olduğunu biliyordu ve bu yüzden kendinden nefret etti. Heyecanlandığı ve tüm bu hisleri beraberinde bulundurduğu için iğrendi.

O an gözlerindeki bu bakış karmaşıktı belki fakat Changbin bir süre daha Felix'in gözlerinin içine baktığında sonunda öncekilere hiç benzemeyen bir ifade, gülüş oturdu suratına.

Wooyoung yediği halttan memnun olarak muzır bir edayla kolunu Felix'e dolayıp taburesini de iyice yaklaştırdı ve "Bugün içkileri kardeşim hazırlıyor, ne içmek istersin?" diye sordu Felix'e.

Öte yanda Felix hala hislerini sindirmeye çalışıyordu. Sanki Wooyoung bir parazitmiş gibi onu görmezden gelmeye çalıştıysa da herif tıpkı Seungmin'in onu uyardığı gibi yavşağın tekiydi ve asla çekilmiyordu ancak Felix bu noktada daha fazla oynayacak değildi, kaşlarını çatıp "Bedenini üzerimden çek." dedi düz bir tonda, sesi buz gibiydi.

the thunderings are nearly throughWhere stories live. Discover now