final

48 3 10
                                    

Tanrı bana,
Kendime dayanma gücü verdi,
Tüm dayanılacak ağırlıkların en ağırı,
Devredilemez kaygının ağırlığı.

"Bana inanmıyor musun? Kıçımdan uyduruyor gibi mi geldim sana? Ya! Baksana!"

Wooyoung bildiği her yolla yırtınsa da Changbin elindeki dosyadan ayırmadı gözlerini. Dikkati 'Felix' ismini duyduğundan beri işten çok uzaktı ancak bunu hiç çaktırmıyordu.

"Başta ben de hemen toparlanır ve hayatına devam eder sandım ama onu hiçbir yerde bulamıyorum."

Endişesi o kadar barizdi ki sonunda Changbin ona döndü, öfkeli görünüyordu. "Neden bu kadar dert ediyorsun?"

Wooyoung ona dehşetle baktı. "Siktir ya. Deli piç."

"Diyorum ki Felix'ten sana ne? Niye telaşlısın?" Öfkesini soğuk bir bakışla örttü ve koltuğunda geriye yaslandı. Dosyayı o kadar sıkı tutuyordu ki eklem yerleri beyazlaşmıştı.

"Hiç umurunda değilmiş gibi hallere girme. Bu kadar zamanda ne oldu da birden ismini duymaya katlanamaz hale geldin?" Wooyoung en başından beri Changbin'le sık sık irtibata geçip Felix'ten haberler verirdi ancak son zamanlarda Changbin dinlemeye çok da istekli değildi. Asıl sinir bozucu olan ise Changbin'in ilgisinin Felix'e ulaşamadığı bir zamanda sönmüş olmasıydı. Wooyoung kendisi de neden bu kadar kafayı yediğini bilmiyordu, sadece onların bu kadar mantıksız davranmalarına katlanamıyordu işte.

Changbin iç çektikten sonra daha rahat bir ifadeyle baktı Wooyoung'a, hafifçe gülümsedi ama samimiyetten çok uzaktı. "Muhtemelen Avustralya'ya döndü. Chris de orada. Eminim mutludur ve güzelce yaşıyordur."

Kısa süreli sessizliğin ardından geniş ofis gür kahkahalarla doldu. Wooyoung yaşaran gözlerini silerek koltuktan kalktı. "Harika bir ezik gibisin şu an." Alay o kadar yoğundu ki Changbin'i akrep gibi sokmuştu.

"Senin aksine bazılarımızın yerine getirmesi gereken sorumluluklar var Wooyoung." Dosyayı sinirle fırlatıp ayağa kalktı. "Evlilik planını benden önce öğrenmiştin, hatırlatmama gerek var mı?"

Ona acımayla baktı Wooyoung. "Bazen asi olman gerekiyor."

Changbin güldü. "Neye yarar ki?"

Felix'inkine benzer olan bu kaybolmuş ifade Wooyoung'u sakinleştirmişti. Kalktığı koltuğa geri oturup derin nefesler aldı. "İçinde ne yaşıyorsun bilmem ama Felix'ten nefret etmeye çalışarak bunu aşamazsın."

Changbin bir süre bomboş duvara baktı. Bunu yaptığının Wooyoung'tan duyana kadar farkında bile değildi.

"Sıkıcı yaşamının geçmiş döneminden kalan güzel bir anı da olabilir ama biliyorsun cidden can sıkıcı şeyler sezmesem böyle dahil olmazdım."

Changbin kabul etmek zorundaydı, Wooyoung bu kadar karakterinin dışına çıkıp kafasını şişiriyorsa boş konuşuyor olamazdı. Gittikçe nefes almasını güçleştiren kravatı gevşetip Wooyoung'un karşısındaki koltuğa geçti ve konuşmasını işaret etti.

"Biliyorsun onu sık aralıklarla yokluyordum—"

"Hala buna anlam veremiyorum. Neden onu rahat bırakmadın ki?"

"Lanet kıskançlığının sırası değil. Bok gibi görünüyordu ben de üzüldüm. Yeterli mi?"

Changbin'in çenesi kasılmıştı, konuşmadı.

Wooyoung ona aldırmadan devam etti. "Dediğim gibi başta birkaç güne toparlanıp döner sanmıştım çünkü Felix böyle biriydi, anlıyor musun? Şerefsiz beni de kandırmış."

the thunderings are nearly throughTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon