dokuz

19 4 0
                                    

'Ben nasıl biriyim ki?' sorularıyla boğuştuğu gece Felix kendini kaybetti. Uzun zamandır iyi gittiğini düşünüyordu, birden bu şekilde yere çakılmayı hiç beklememişti. Kendini arama çabaları, tüm bu sorgular ve eziyetler kafasının içinde ona zarar vermeye devam ettiler.

Başta yalnızca Changbin'e en iyi yanını göstermek istemişti. Sonra bu 'gerçek yana' evrildi ve işte burada tökezledi. Changbin'e göstermek istediği gerçek Felix'i bulamıyordu ve en sonunda onun aslında uzun zaman önce yittiğini fark etti. Hiç var olmamış değildi ancak Felix en son ne zaman kendisi olduğunu bilmiyordu. Unutmuştu.

Yani Changbin'i nasıl yanında tutmaya devam edecekti? Felix onun yanındayken hep böyle sıkıntı içinde mi olacaktı nasıl davranması gerektiğini bilmediği için?

Changbin ise tüm bunlardan habersiz işini yapıyor, vakit bulduğunda veya o an canı isterse Felix'le ilgileniyordu. Her zamanki gibiydi, Felix'in aksine.

Havanın nispeten daha iyi olduğu bir günde Felix'in önerisiyle yürüyüşe çıkmışlardı. Öncesinde Felix onun kabul etmeyeceğine neredeyse emin olduğundan Changbin'in onayından beri aşırı mutluydu, bundan sebep her şeye gülümsüyordu.

"Taşların üstünden yürümeyi çok seviyorum." dedi adımlarını izliyorken.

Changbin önce ona sonra da yere baktı. Sıkılmış bir ifadeyle "Tabandaki boşluklara doluyorlar, iyi değil." diye söylendi.

Felix'in diyecek başka bir şeyi yoktu. Bu öneriyi yaptığına pişmandı ama çabalıyordu. Tavırlarını doğal ve en gerçek halinde tutmaya çalışıyor ve Changbin'in bunu görmesini bekliyordu. Belki bundan sonra, eğer Changbin görebilirse, ona birkaç şeyden bahsedebilirdi. İçi içine sığmıyordu.

"Öyleyse onları temizlerim." dedi birden. Bu sefer aptal gibi gülmüyordu. Eğer gülse daha samimi görünürdü ama kendini tuttu. Bu kadar zorlamaya taş olsa çatlardı.

"Ne saçmalıyorsun şu an?" Changbin tek kaşını kaldırıp suratına baktığında Felix omuz silkti. Daha sonra ellerini cebine sokup taşlara daha sert basmaya başladı. Çıkan sesler sinir bozucuydu.

Changbin bu duruma gerçekten anlam veremiyormuş gibi adımlarını durdurdu, sonra Felix'in kolunu tutup onu kendine çekti.

Felix onun bağıracağını ya da alay edeceğini düşünmüş, genişlemiş gözleriyle bakıyordu suratına. Fakat Changbin kısa süreli bir sessizlikten sonra "Yapma." dedi. "Bu kadar kasmana gerek yok."

Kendini küçümsenmiş hissediyordu ancak Changbin'in suratı bu duygudan o kadar uzaktı ki birden içi rahatladı.

"Konuşmak istemiyorsan kendini zorlama."

"Ben konuşmadığımda aramız çok sessiz oluyor."

Changbin kaşlarını çattı. "Ee nolmuş yani?"

Felix gözlerini devirip kolunu ondan kurtardı. "Bir şeyler söyle istiyorum. Neden sesini zorla duyduğumu anlamıyorum."

"Konuşkan biri değilim."

"Evet farkındayım." Kendini tutmak istedi ama dayanamayıp söylenmeye başladı. "Ben böyle biriyim deyip sıyrılıyorsun, ne güzel ya." Farkında değildi ama şu an kimseyi taklit etmiyor, içten gelen bir isyanla sızlanıyordu.

Onun aksine Changbin bunu gördü. Felix'in bu yanına ilk kez şahit oluyordu, güldü. Alaylı bir gülüş ya da sırıtmadan uzak samimi bir taneydi.

"Daha önce şımarık olduğunu söyleyen oldu mu?" Keyifle takıldı somurtan Felix'e.

"Evet, çok kişi." Bilerek şımardığı da oluyordu ancak şu an gerçekten şımarıklık yaptığını düşünmüyordu Felix, bu yüzden sinirlendi. Changbin'i arkasında bırakıp yürümeye başladı.

the thunderings are nearly throughWhere stories live. Discover now