Bölüm 23

204 18 27
                                    

Jongin, kafenin önünde bekliyordu. Her zamanki gibi Leeteuk hyung geç gelmişti. Jongin kendi kendine konuştu. "Her gün insanı kapının önünde bekletmekten zevk mi alıyordu bu adam?"


Motor sesi duyuldu. Ve önünde motor ile bir adam durdu. Motorun üzerinde fazlasıyla havalı duruyordu. Botuna kadar siyah giyinmişti. Deri ceketi onu daha da havalı yapıyordu. Motorun üzerindeki adam kafasından kaskı çıkarıp saçlarını savurduğunda Jongin gözlerini devirdi. Kendi kendine söylendi. "Aptal"


Joon motorundan inerken konuştu. "Duydum."


Jongin ellerini cebine koyarken düz bir ifade ile konuştu. "Duyup duymaman umrumda mı?"

Joon adeta bir çocuk gibi davrandı. ""Sensin aptal, kime aptal diyorsun sen?"


Jongin gülmeyle karışık bir küçümseme tavrı sergiledi. Joon bazen çok erkeksi ve ürkütücü biri gibi görünse de bazen tamamen bir çocuk gibi olabiliyordu.


Joon nispet yapar gibi konuştu. "Ah, Haneul çok iyi dans etti. Sahne de adeta parlıyordu." Jongin'e baktı, gülümsedi. "Ah, doğru ya sen izleyememiştin."


Jongin tekrar gözlerini devirdi.


Joon mırıldanarak konuştu. "Eh, adamlarla uğraşmak zor olmuştur." Sesini yükselterek konuşmasına devam etti. "Nasıl becerdin kaçmayı?"


Jongin anlamayan gözlerle baktı. "Sen nereden biliyorsun?"

Leteuk hyungun geldiğini gören Joon, Jongin'i umursamadan kafenin kapısına doğru yürüdü. Jongin peşinden yürüyerek seslice konuştu. "Sana sordum. Nereden biliyorsun? Yoksa seninde mi bir parmağın var bu işte?"

Joon ellerini cebine koyarken sırıttı. "Kim bilir?"


Jongin, Joon'un üzerine yürüdü. Yumruğunu sıktı ve yumruğunu havaya kaldırdı. Tam yumruğunu Joon'un yüzüne indirecekti ki kolundan birisi tuttu. Bu Leeteuk hyungdu. "Kavga istemiyorum. Yoksa ikinizi de işten atarım."


Jongin kolunu aşağıya indirdi. Ama hala yumruğunu sıkıyordu. Joon'un ne halt çevirdiğini idrak edemiyordu. Ve bunu öğrenmek için can atıyordu. 

*       *         *         *


Akşam olduğunda evin önüne gelmişti. Eve gelene kadar yavaş yavaş yürümüştü. Düşünüyordu. Joon'un ne iş çevirdiğini, adamları, Haneul'ı... Haneul ile arasını nasıl düzelteceğini, Haneul'ın güvenini nasıl kazanacağını?

Bahçe kapısının önüne geldiğinde kapının sürgüsünü açtı ve kapıyı itekleyip içeri girdi. Kafasını kaldırdığında Haneul'ı sallanan koltukta otururken buldu. Yanına gitmek istedi. Yavaş adımlarla ona yaklaştı. Haneul'ın elinde kitap vardı. Kitap okumasını bölmek istemedi. Sallanan koltuğun yanına gelince demirine yaslandı. Elleri cebindeydi. Kafasını demire koyup Haneul'ı izlemeye başladı. Farkında olmadan gülümsüyordu. Haneul'ın saçını kulağının arkasına koyuşu, kitabın üzerinde bir sağa bir sola doğru hareket eden gözleri... Her biri Jongin'i cezbediyordu. 


Haneul kafasını kaldırıp soluna baktığında Jongin ile göz göze geldiler. Jongin yüzündeki gülümsemeyi yok etti. Haneul ise şaşkın gözlerle Jongin'e bakıyordu. Jongin yaslandığı direğe yaslanmayı bıraktı. Etrafına bakınmaya başladı. Elini ağzına götürdü ve boğazını temizledi. 


Haneul hafif tonda "Otursana." dedi.


Jongin, Haneul'ın dediğine şaşırmıştı. Ama Haneul'ın dediğini de yapmıştı. Jongin gözlerini Haneul'dan kaçırıyordu. Konuşması gerektiğini düşünerek bir soru sordu. "Ne okuyorsun?"


Haneul kitabı göstererek söyledi. "Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser"


"Yazarı kim?"


"Honggyu Son"


Jongin sadece 'hmm' demekle yetindi. Biraz duraksadıktan sonra tekrar soru sordu. "Konusu ne?"

Haneul hiç geçmeden sorusunu cevapladı. "Kore Savaşı'nda mücadele veren bir Türk'ün hikayesini anlatıyor."

"Yani Kore Tarihi ile ilgili."


Haneul kafasını sallarken konuştu. "Yani, sayılır."

Uzun bir sessizlik oluştu. Jongin ellerini birleştirdi ve kafasını yukarı kaldırıp siyah gökyüzüne baktı. Yıldızlar, tek tüktü. Yine de hoş görünüyordu. 


Sessizliği birden Haneul bozdu. "Seni affediyorum." Biraz duraksadı, kafasını Jongin'e çevirdi. "Merak etme, sormayacağım."


Jongin, Haneul'a baktı ve gülümsedi. İçinden 'Teşekkür ederim' diye geçirdi. 


Jongin "Geç oldu, hadi içeri girelim." dedi. İkisi de oturduğu yerden kalktılar. Eve doğru yürdüler ve içeri girdiler. İçeri girdiklerinde Sehun'u televizyorken buldular. Haneul odasına gitmişken Jongin ise Sehun'un yanına gitti. "Sen iki gün sizde kalacağım dedin ve iki gün oldu. Ee?"

Sehun televizyonun sesini kıstı. Ağzındaki şeyi yutunca konuştu. "Ne ee?"


"Gitmiyor musun artık diyorum?"


Sehun masanın üzerindeki cipsiden alıp ağzına attı. "İki gün daha kalayım gideceğim."

Jongin sinirlenmişe benziyordu. "Göt müsün oğlum?"

Sehun hemen çıkıştı. "Ne küfrediyorsun be?"

Jongin, Sehun'un yanına oturdu. Sehun sola doğru Jongin'den uzaklaştı. Jongin, Sehun'a tekrar yaklaştı. Sehun tekrar uzaklaşmayı denediğinde Jongin, Sehun'un ensesinden tuttu ve sıkmaya başladı. 

Sehun, yan gözle Jongin'e baktı ve "Ne?" dedi.

Jongin dişlerini sıkarak konuşmaya başladı. "Kimi kandırıyorsun sen?"

"Ne kandırması be?"

"İki gün deyip geçiştirip duracaksın değil mi? İki gün daha, iki gün daha."

Sehun zoraki gülümsedi. Jongin, Sehun'un ensesini bıraktı ve yere bakmaya başladı. "Joon, adamların peşimde olduğunu biliyor."

Sehun şaşırdı. "Ne, nasıl?"

Jongin, Sehun'a dönerek konuşmaya başladı. "Bilmiyorum ama bu işte onunda bir parmağı var."

Bad Luck [EXO Fanfic]Where stories live. Discover now