Bölüm 1

3.2K 169 36
                                    

Bu kadar şok bende kafa yapıyor. Matrix'te Morpheus'un Neo'ya sunduğu kırmızı hap ile mavi hapı aynı anda yutmuş gibiydim. -Ruhi Mücerret

-Haneul'ın Bakış Açısı-

Her zamanki gibi odamdaydım. Odamın penceresinin yanında duran yatağımda, dizlerimi karnıma çekmiş oturuyordum. Pencereden dışarı bakıyor, kalbim gibi durgun ve boş olan gökyüzünü izliyordum. İleride görünen büyük binalar, gökyüzüne kadar ulaşan evler vardı. Her zaman gökyüzüne yakın olmayı istemişimdir. Ama odamın küçük penceresinden bakmakla yetiniyordum. Penceremin gördüğü kadardı gökyüzü..

Temiz ve saf gökyüzüne baktıkça kayboluyordum bu hoş mavilikte. Beni rahatlatan , beni ben yapan bu tek şeyde. Özellikle yurdun bu odasını ayrı bir seviyordum. Okulun olduğu tarafa, vızır vızır geçen arabaların olduğu yöne bakmıyordu. Sessizlik...iyi geliyordu. Kafamın bunalmış olduğu anlarda beynimin durgunlaşmış , kalbimin isyan etmişliğinde...

Okuldaki son senemdeydim. Tatil geldiği için artık birkaç gün sonra tamamen buradan ayrılmam gerekiyordu. Kendime tek huzur bulduğum , yuvam olarak bellediğim bu yurttan , bu odadan..

Nereye gidebilirdim ki?

Birkaç yıl önce babamın başka bir kadınla evlenmesi üzerine evden kaçmıştım. Anneme dair tüm anılarımı yok ediyordu o kadın. İyi biri de olduğu söylenemezdi.

O bana ne kadar kötü davranırsa ben o kadar hırçınlaşıyordum. Bu yüzden dayanamayıp kaçtım. Kendimi ondan uzak tutabileceğimi düşünerek...

Arkadaşlarımdan duymuştum.Ben evden kaçınca babam bir hafta kadar endişelenip beni aramış. O kadın ise benim hakkımda kötü şeyler söyleyerek babama beni unutturmayı başarmıştı. Bu nasıl bir baba ise artık? Beni hemencecik unutuvermişti.

Kütüphanede Min Ah ile buluşmam gerekiyordu.  Ama çok mutsuzdum bu yüzden canım  hiçbir şey yapmak istemiyordu. Ama yine de ağır ağır yatağımdan kalktım. Yapmam gereken işleri halledip odamdan çıktım.

Kısa bir süre sonra kütüphaneye gelmiştim. Kütüphanenin içerisine göz gezdirdim. Çok fazla insan yoktu, her zaman olduğu gibi. Bu devirde kütüphaneye gelen insan mı kalmıştı?

Rafların arasına girdim. Kitaplara bakarak her zaman oturduğum , duvar tarafında çok az kişinin görebileceği kısma ilerledim. Elime raflardan herhangi bir kitap alıp yerime oturdum.

Min Ah hep böyle yapıyordu. Buluştuğumuz zaman beni en az yarım saatten fazla bekletiyordu. Bu nedenle kütüphanede buluşmayı  tercih etmiştim. Çünkü ayaklarımı masanın üzerine uzatıp , kulaklığımı kulaklarıma takıyordum. Yüzüme de kitabı kapatıp uykuya dalıyordum. Yoksa zaman nasıl geçecekti ki? Bu kızı beklemek ölüm bildiğiniz.

Birisinin yüzümden kitabı çekerken "Neul-ah!" diye adımı seslendiğini duymuştum.

Cidden uyumuş muydum? Kulaklığımın tekini kulağımdan çıkarırken boğuk bir sesle "Ne var?" dedim.

Karşımda duran Min Ah "Bir kere de düzgün bir cevap ver." dedi.

Masanın üzerine uzatılmış ayaklarımı görünce ayıplar bir şekilde "Bunun orada ne işi var?" dedi. Ayaklarımı masanın üzerinden çekerken Min Ah da masanın üzerine çantasını koyup karşımdaki boş sandalyeye oturdu.

"Çok mu beklettim?" dedi. Evet, işte beklediğim soru. Kafamı evet anlamında salladım.

"Miyane~ (Özür dilerim)" dedi.

Çoğu insana tatlı bir aegyo olarak gelen fakat bana gıcık ve tiz bir sesle iyi yapılmamış kedi taklidi gibi gelmişti. Aegyosu olmadığı halde aegyo yapanları anlamıyorum. Tatlı değilsiniz işte, kabullenin artık bunu.

Min Ah biraz endişeli bir ses tonuyla "Kalacak bir yer buldun mu?" diye sordu.

Kısa ve net bir cevapla "Henüz değil" dedim.

Elini elimin üstüne teselli niyetine koydu ve söze girdi. "Ben halledeceğim. Merak etme sen dostum." Ona küçük bir tebessüm ettikten sonra sordum. "Nasıl?"

Min Ah "Ben bir şekilde halledeceğim dedim ya" dedi. Nasıl halledeceğini bilmiyordum ama ona koşulsuz bir şekilde güveniyordum, bu yüzden sorgulamak yerine sadece tebessümle yetindim. Kolumdaki saate baktıktan sonra Min Ah'a "Hadi gidelim, saat geç oluyor" dedim. Min Ah "Buraya gelmişken geçen aldığım kitabı iade edeyim." dedi.
"Peki o zaman ben önden gidiyorum" dedikten sonra masanın üzerine bıraktığım kitabı işaret ederek "O zaman şu kitabı da yerine koyabilir misin benim için?" sesimi biraz alçaltarak "Hangi raftan aldığımı unuttum da." dedim gülerek. Min Ah, evet anlamında kafasını sallayarak güldü. Vedalaştıktan sonra kütüphaneden çıktım.

Her zaman gittiğim bu ıssız yolda etrafıma bakınarak yürüyordum. Köşeyi döndükten sonra üç takım elbiseli, çirkin adam serseri tipli bir genç çocuğu köşeye sıkıştırmıştı. Dikkatimi ilk çeken şey adamın elindeki metal ve süslemeler işlenmiş bir bıçaktı. Korkarak duvarın arkasına geçtim. Beni görmemelerini umut ediyordum. Çocuğu azarlıyorlar ve her azarladıkların da kahverengi , uzun saçlı çocuk sarsılıyordu. Kafası yere eğikti. Adamların yüzüne bir türlü bakmıyordu. Başka bir yoldan gitmek en iyisiydi. Burada başıma bela almaktan başka yapabileceğim şey yoktu.

Yerimden çıkmak için hazırlanıyordum ki çocuğun inleme sesi ile oldukları yöne baktım. Gözlerimin kocaman olmasına sebep olan şey adamın çocuğu yakasından tutarak duvara ittirmiş olmasıydı. Bıçağın bulunduğu elinin ise karın bölgesinde olmasıydı. Adam elini geriye çektiğinde her tarafı kan olmuş bıçak görünüyordu.

Kaçmak istiyordum.

Gördüklerimi görmemiş olmayı diliyordum.

Genç çocuk ayakta duramıyor gibiydi, bir süre sonra karnını tutarak yavaşça yere çöktü.  Yüzü ,  alnını kapatan kahverengi saçları terler içinde kalmıştı.

O kadar şaşkınlık içerisinde kalmıştım ki adamların benim tüm olanları gördüğümü fark etmelerini ben fark edememiştim.

Eli kan içinde kalan adamın yanındaki bana kızgın bir şekilde baktı

"Ya! Küçük.. Burada ne yapıyorsun?" dediğinde beynime dank etmiş , kalbime çok büyük bir korku ile sancının karışımı düşmüştü...

Bad Luck [EXO Fanfic]Where stories live. Discover now