✴33✴

7.1K 408 141
                                    

3 haftalık aradan sonra tekrardan merhabalaaar. O kadar çok şey üst üste geldi ki, yazamadım. Umarım bu bölümü de beğenirsiniz, çünkü bu bölümden sonra asıl olay başlıyor. Ne yalan söyleyeyim hikayeye başladığım günden beri bu dönemi yazmak için yanıp tutuşuyordum şdfjgfıdödfjgfol

Neyse, multimedia'da bölüm şarkısıyla artık son efektlerini de yaparken gözlerimin acıdığı Charlotte&Harry shopu var. Bölüm de AşkımZeynep için. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Hepinizi çok çok öptüm, keyifli okumalaaar 

Saçımdaki tokayı çıkarıp tepeden topuz yaptıktan sonra yirmi üçüncü kez Harry’yi aradım. Fakat yirmi iki kere olduğu gibi yine bir cevap alamadım ve bu telefonumu sinirle komodinin üstüne koyup yatmama neden oldu. Telefonunu neden açmıyordu bilmiyordum ama yarın sabah onu gördüğümde ilk yapacağım şeyin kafasına bir kül tablası atacağımdan oldukça emindim. Sabah saat yedi treni için bilet almıştım, muhtemelen en geç saat on birde de Harry’ye sürpriz yapmış olurdum ki bunun için tarifi imkânsız bir şekilde heyecanlıydım.

Yanaklarımın içindeki nefesi dışarıya üfleyip, bir kez daha Harry’yi arayarak şansımı denemeyi düşündüğümde kafamı iki yana sallayarak bu düşünceyi uzaklaştırdım. Onu defalarca aramıştım, bir daha da aramayacaktım ki ararsam da muhtemelen yarın döndüğümü söylemeden kapamayacaktım ve bütün sürpriz bozulacaktı. Bunu istemiyordum.  Beni gördüğü andaki surat ifadesi bileti aldığım saniyeden itibaren zihnimde bilmem kaç kez canlanmıştı.

Bir an önce sabah olma düşüncesiyle gözlerimi kapattığımda, aklımda olan son şey de onun gözleriydi.

“Ne zaman gelirsin ki bir daha?”

Sıcak poğaçadan bir ısırık daha aldığımda, ağzımdakinin bitmesini bekleyerek büyükanneme baktım. Suratına muzip bir gülümseme ekleyip, genç kızlar gibi yumruk yaptığı eline çenesini dayadığında “Ya da gelirsiniz mi demeliyim?” diye sordu.

Ağzımın kenarını sildim ve gülerek ona baktım. “Bilmiyorum,” dedim dudaklarımı aşağıya sarkıtarak. “Yani Harry gelmek ister mi onu bilmiyorum.”

Anında kaşları çatılıp, gülümsemesi solduğunda “Ha yani o gelmese gelmeyeceksin?” dedi. “Hem niye istemeyecekmiş ki, ne kadar ayıp.”

Uzanıp yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra “Haklısın, istememe gibi bir şansı yok.” dedim ve tabaktaki poğaçadan bir ısırık daha aldım. Sabah uyandığımda ilk iş olarak telefonuma bakmıştım fakat Harry’den ne bir çağrı ne de mesaj vardı. En azından ben, ben yattıktan sonra çağrılarımı görür ve bir mesaj atar diye ummuştum. Açıkçası içimde de iğrenç bir his vardı. Aklımda canlanan bütün senaryolar ona bir şey olabilmesi üzerineydi ki bunun da tenime iğne batırmalarından bir farkı yoktu.

Ağzımdaki poğaça sanki demir çiğniyormuşum gibi hissettirmeye başladığında su bardağını alıp, lokmamı yuttum. Çok saçma düşünüyordum. Arkadaşıyla dışarı çıkacağından bahsetmişti, muhtemelen sarhoş olmuş ve sızmışlardı. Tamam, bu yine de bir bahane olmayabilirdi ama en azından en ufak bir şeyde de üçüncü dünya savaşı çıkmış gibi davranmama gerek yoktu.

Büyükannem ayağa kalkıp, hazırladığı kaba birkaç tane daha poğaça koyarken saatime baktım ve çıkmam gerektiğini düşünerek ben de ayağa kalktım.

Sandalyenin arkasına astığım kot ceketimi üstüme geçirirken, “Çok koyma lütfen,” dedim. “Ben bir haftalık yemek yedim zaten.”

Birkaç tane de kek koyduktan sonra “Tamam, tamam koymuyorum.” dedi.

Into The Green ✴ ║Harry Styles Fan Fiction║Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin