2.4

1.8K 268 215
                                    

"Sen..."

Karşımda görmüş olduğum yüz bütün hislerimi ele geçirmişti. Kendimi o kadar berbat hissediyordum ki, yirmi dokuz harflik alfabede birleştirip anlatabileceğim hiçbir tarifi yoktu. Gittikçe içimde ki korku büyüyordu. Ben kendimi nasıl bir cehennemin içine atmıştım böyle?

Ben şaşkınlıkla hala karşımdakinin yüzünü izlerken o bana tezat oluşturacak şekilde o kadar rahattı ki... Hele yüzünde ki umursamaz ifadesi beynimi durduracak gibiydi. Nasıl olurdu? Nasıl olurdu hala yaşıyor olurdu?

"Selam Rosie."

Selam mı? Ciddi miydi şu an?

Sertçe yutkundum ve vuran az ışığa rağmen gözlerimi üzerine diktim. Şimdi bağırıp çağırsam, azarlasam ne değişecekti ki? Benim hissettiklerim onların umrunda mıydı sanki? Onlar yapmak istediklerini yapar, geri kalan her şeye resti çekerlerdi.

Çünkü onlar buydu.

"Kim yaptırdı?" dedim geri kalan tüm soruları es geçerek. Gerçi bu belliydi ama duymak istedim yine de. Onun suçsuz olduğunu duymak. Aylarca ona yaptığım iftira yüzünden kendimden daha çok nefret etmek istedim...

Güldü ve rahat bir tavırla, "Elbette Vante." dedi. Kaşları yukarı kalkarken, "Ama tabi sen bunu şimdi öğreniyorsun." diye devam etti. Çok rahattı, fazla rahattı.

"Üzülme, üzülme bu da geçer." Yanımdan geçmeye yeltendiği sırada hızla kolundan yakaladım. "Neden?" dedim çaresizce. "Neden yaptınız bunu?"

Dolan gözlerime bakarken, gözlerinden bir saniye bile üzüntü geçmemişti. "Çünkü Jungkook bizim düşmanımız." dedi. "Ve biz düşmanımıza da, onun sevdiklerine de acımayız."

Sonra geçip gitti.

Akan göz yaşlarım ok olmuştu. Yaydan çıkmaya hazırlanan ve bir saniye bile beklemeden kalbimi hedef alan, keskin uçlu bir ok. Paramparça yüreğime akan göz yaşları ruhumu öyle sıkıyordu ki. Nefes almama bile fırsat tanımıyordu. O kadar kötü bir histi ki bu... Devası olan, beni bir bakışıyla iyileştirecek adamı kaybetmiştim.

Şimdi kendimden nefret etmekte o kadar haklıydım ki.

Sertçe yutkunarak gözlerimi sildim. Bakışlarımı netleştirmeye çalışırken yaslandığım duvardan destek alıyordum. Bacaklarım tir tir titriyordu. O adamı canlı kanlı karşımda görmek beni mahvetmişti. Ben öldüğünü sandığım bedenler yüzünden ona aylarca hakaret etmiştim, suçlamıştım, kendini kötü hissettirmiştim. En büyük haksızlığı ona yapmıştım. O hiç kimseyi öldürmemişti, ama ben ona katil demiştim.

Katil.

Bunları sevdiği kadından duymuştu. Kendini, hayatını adadığı o kadından. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi o kadın ondan gitmişti. Dönsem eskisi gibi bulabilecek miydim onu? Saf bir sevgiyle beni sarmalayan kalbini?

Ne olursa olsun öncelikle amacım kendimi bu cehennemden kurtarmaktı. Derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim. O odaya girip telefonumu almam gerekiyordu. Yakalanmadan başarabilecek miydim hiç bir fikrim yoktu.

Kapının önüne geldiğimde üzerimde ki gerginliği atmaya çalıştım. Kapı kulpunu yavaşça aşağı doğru indirirken nefesimi tutuyordum. Lütfen şu an da derin bir uykuda, kırkıncı rüyanı görüyor ol ve ben odadan çıkana kadar uyanma. Dişlerimi alt dudağıma bastırırken araladığım küçük boşluktan bedenimi içeriye soktum.

Sadece ayaklı gece lambasından yansıyan ince bir ışıktan başka hiç bir şey yoktu. Sabah geldiğimde yatak odası olduğunu gördüğüm odanın kapısı kapalıydı. Bu benim işime gelirdi. Parmak uçlarımda ilerleyerek bugün oturduğum koltuğun önüne gelip yere eğildim. Elimi koltuğun altında gezdirirken parmaklarımla değen cihazla içime anlamsızca bir rahatlama düşmüştü. Buraya gelmeden önce onların telefonu fark edip alacağını düşünmüştüm çünkü.

Mi Piace il SangueOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz