1.9

2.3K 274 130
                                    

Hayallerini kurduğum şeylerden birisi de dünya turu yapmaktı. Çok klasik bir hayaldi ama bu klasiklik dilersen senin için en özel ana dönüşebiliyordu. Yalnız değilsen, yanında senin için değerli birisi varsa bulunduğun her yer gözünde cennet bahçesine dönüşebilirdi saniyesiyle.

Aşık olmayı, birinin beni sevmesini gerçekten çok istiyordum. Değerli hissetmek dünyanın en güzel ve özel duygusu olabilirdi. Birinin seni zararsız ve saf bir şekilde kalbine alması. Zamanı geldiğinde bu duyguları da yaşayacağımı düşünürdüm.

Çelişki de kalmak, bir yanında hep endişe duygusunun olması, korkmak, ağlamak, canından bezmek, ne yapacağını şaşırmak. Aşk yanında bunları da getiriyorsa gözlerini kapatıp nasıl gülümseyebilirdi ki insan? Nasıl o yanımda başka bir şey istemiyorum diyebilirdi ki?

Ben de dahil, kimse yapamazdı bunu.

Jeon Jungkook beni kalbine almıştı almasına ama beraberinde kötü sayılacak birçok duyguyu da hediye etmişti. Ve bu benim bugüne dek aldığım en berbat hediyeydi.

Yüzümde tebessüm adına sayılacak en ufak bir kırıntı barındırmazken onun tabiriyle mükemmel görüntüm ile odamdan çıkmış ve beraber garajından çıkardığı aracına binmiştik. Tüm o bağırış ve yakarışlarımın ardından yine onunlaydım işte. Kaçamıyordum ondan.

Ya da basitçe kaçmak istemediğim için bu bahanenin arkasına sığınıyordum.

Kalbime söz geçirebilen birisi olmayı öyle çok isterdim ki. Olması gereken durumlarda mantığımı dinlemeyi mesela... Bunlar sadece olmasını istediğim şeylerdi, asla başaramadığım.

Gözlerimi yoldan ayırıp direksiyonu kavrayan parmaklarına çevirdim. Belirgin kemikleri, ince parmakları ve elinin üzerinde mükemmel şekliyle gözümü alan damarları. Yol yerine izleyecek daha ilgi çekici bir görüntüydü.

Nasıl pişman olacağını bizzat göstereceğim sana.
Beni pişman edecekti, ben o karşımdayken mantığımı bir kenra fırlattığım için de haklı çıkacaktı. Yine kazanacaktı, beni yine elinin altına, kalbinin en derin yerine koyacaktı. Aylarca beni yanında barından, asla bana söz hakkı vermeyen bu adama her zamanki gibi yenilecektim.

Bunu farkındaydım.

Araba durunca gözlerimi ince parmaklardan ayırdım. Hiçbir kelime etmeden kemerini çözdüğüm gibi kendimi dışarıya attım. Hızlı hareketleriyle yanıma gelmiş ve elimi avucunun içine almıştı. Sıcak parmakları benim soğuk parmaklarım için bir ödül olmuştu. Bu hareketi ise kalbimin hızlanma nedeni.

Güvenliklerden geçerek içerideki kalabalığın arasına karıştık. Pekala, doğruyu söylemem gerekirse beni cidden bara getireceğini düşünmüyordum. Daha çok baş başa kalacağımız mekanları tercih eder sanmıştım. Ne de olsa söylediklerimi teker teker yutturacaktı bana.

İnsanların arasından sıyrılıp kulağımı dolduran müziğe odaklandım. Bunca zamandır bara gelmek bir yana dışarı bile çıkmadığım için garipsemiş haliyle biraz da özlemiştim. Kalabalık ortamları.

Bir lobiye geçtiğimizde beni önüne geçirip öncelik verdi, lobide oturan bir tanıdık bir de tanınmadık iki yüz vardı. Bu adamların bir tanesi oydu. Kaçmaya çalıştığımda ormanda karşılaştığım ve bana yardım ettiğini düşündüğüm o adam. Diğerini hiç görmemiştim.

Jungkook yanıma oturunca adlarını bilmediğim iki adam karşımızda kalmıştı. Yüksek sesli müzikten sesini duyurabilmek için biraz bağırarak tanıdık olduğum adamı gösterdi ve "Bu Eunwoo." diyerek bana tanıttı. Siyah saçlı genç yüzünde oluşan saniyelik bir tebessüm ile beni selamlamıştı. Diğerine dönüp, "Bu da Yugyeom." dedi. O an da ismi tanıdık gelmişti. Bir kere benim uyuduğumu sanarken arayıp azarladığı adamdı bu.

Mi Piace il SangueWhere stories live. Discover now