2.2

1.8K 249 120
                                    

Tek omzuma astığım çanta ile beraber kapının önünde duruyordum. Onun kapısının önünde. O içeride uyuyorken ben ondan kaçıyordum. Ondan, hislerimden hatta belki de kendimden. Ne kadar mantıklı, doğru muydu emin değildim fakat yapıyordum işte. Doğru hissettirmese bile yapacaktım.

Onun yanındayken her şey daha zordu. Onunla kalamazdım.

İçime usulca bir nefes çekerken tam önüme siyah bir araç durdu. Saniyeler içinde şöför koltuğundan inen adam arka kapıyı açtı ve binmemi sağladı. Son kez arkamı dönüp bu eve baktığımda burukluk hissetmiştim içimde.

Gözlerimi kapattım ve verdiğim bu kararın arkasında durmaya çaba gösterdim. Ülkeme geri dönecektim, onu düşünmemin hiçbir manası yoktu. Onun hayatımda hiçbir manası yoktu.

Boş sokakta araba ilerlerken başımı cama yaslayıp gözlerimi kapattım. Yol boyunca, yaklaşık yarım saat sonra da durmuştuk. Derin bir nefes aldım, nereye geldiğimi, kimlerle karşılaşacağımı bilmiyordum. Tek isteğim o Vante denen adamın bana yalan söylemiyor olmasıydı.

İçimde büyümeye başlayan korkuyla arabayı süren adamın önümden giderek bana gösterdiği yolu takip ettim. İki katlı müstakil bir eve gelmiştik. Önümüzde ki taş yoldan ilerleyip bahçe boyunca yürüdük, kapının önüne geldiğimizde saniyeler sonra başka tanımadığım bir adam açmıştı kapıyı.

Bit tanesi bana eliyle içeriye geçmem için işaret verirken diğer adam da kapının önünden çekilmişti. Sürekli yenilediğim nefeslerim bana yeterli gelmeyince derin bir nefesi daha çekip ciğerlerime gönderdim.

İçeriye girdiğim gibi gözlerimi etrafta gezdirirken krem renginin çoğunlukta olduğu fark ettim. Jungkook'un simsiyah evinden sonra böyle bir yere gelmek gerçekten garipti. Salonda ki koltukta oturan bir beden geldiğimi fark eder etmez saniyeler içinde ayağa fırlayıp önüme geldi.

"Prenses hazretleri teşrif etmiş." dediğinde kaşlarımı çatarak kendimi ne yapmaya çalıştığını anlamaya zorladım. O tepkime aldırış etmeden karşısında gerçekten bir prenses varmış gibi tek elini karnının üstüne koyarak önümde eğildi. "Evimize lütfettiniz."

Nefesimi sıkça verip kalkması için kolumu uzattım, neyse ki ortama başka birisi dahil olunca buna gerek kalmamıştı. "Jisung ne yapıyorsun lan sen burada?" Azarlar tonda konuşan adamı incelediğimde bu yüzleri daha önce görmediğime emindim. Jisung diye seslendiği beni gördüğü andan beri garip davranışlar sergileyen sarı saçlıydı. Boya oldukları belli olan platin sarı saçları alnını kapatıyordu. Sevimli bir yüzü vardı, karakterini bilemiyordum.

Diğeri ise siyah saçlı, zayıf ve uzun boylu bir gençti. Yüzü ve ifadeleri sertti. Jisung'a göre fazla soğuk gözüküyordu. İkisi de koreliydi. Nereye geldiğimden bir haber şekilde karşıma çıkan adamların görüntülerini mi değerlendiriyordum? Tam senlik hareket Roseanne, böyle devam.

"Rosie benimle gel." Siyah saçlı genç adının Jisung olduğunu az önce öğrendiğim genci salona geri gönderirken bana eliyle koridoru işaret etti. Önümüzde uzun sayılabilecek bir hol vardı.

Omzumda ki çantamın sapını sıkıca kavrarken işaret ettiği holde ilerleyen siyah saçlı genci takip ettim. Bir kapının önüne geldiğimizde kapıyı açtı ve aşağı doğru inen merdivenler karşımıza çıktı. O önden ben arkasından merdivenlerden indik. Neden güvende hissetmiyordum şu an?

Jungkook'un siyahtan başka renk barındırmayan evinden daha boğucu gelmişti şu an burası bana. Kendini kasma ve sadece iyi şeyler düşün Roseanne. İyi şeyler düşün ki, iyi şeyler olsun.

Yutkundum ve merdivenleri bitirdiğimiz gibi sağ tarafımızda kalan kapıya gittik. Önümde ki genç kapıyı açıp bana yol verdiğinde gözlerimi etrafta gezdirerek normal bir oda olduğuna kanaat verdiğim odaya doğru bir adım attım.

Mi Piace il SangueDonde viven las historias. Descúbrelo ahora