4. Kriz

200 19 216
                                    

Gözler duyguların yansıdığı yerdir. Gözler ya mutlulukla parlar ya da yaşadıklarımızın omuzlarımıza bindirdiği yükün getirdiği hüznü taşır. Gözler açık oynar. Eğer bir şey saklanıyorsa bizden, gözler bize "senden saklanan şeyler var" diye bağırır. Bağırır ama sesi çıkmaz. Bizim onu anlamamızı bekler. Gözler belki de bir insanın en doğru yeridir. Yalan katmadan bize gerçekleri yansıtır...

Üzerime siyah paltomu aldım. Hava mevsimin getirdiği soğukluğu taşırken bide gecenin ayazı başgöstermişti. Hızlıca arabamın anahtarını çantama atıp, elimde olan telefonumu paltomun cebine koydum. Kahverengi kısa botlarımı ayağıma geçirdim ve kapıyı kilitleyip odamın anahtarını da çantama attım.

Daha ilk günden başıma iş açmıştı bu adam. Tek elimle çantamı tutmaya çalışırken diğer elimle paltomun önünü kapatmaya çalışıp bir yandanda koşmaya çalışıyordum. Sokak lambasının yaydığı ışığın altında duran arabamı gördüm. Bir doktora, hastane çalışanına ya da hastalardan birine zarar vermemiş olması için bildiğim tüm duaları okuyarak şoför koltuğuna oturdum. Soğuk havadan dolayı üşümüş olan ellerimle çantama attığım anahtarı bulup kontağa yerleştirdim ve çevirip arabanın çalışmasını sağladım.

Hastaneden çıkmadan önce nöbetçi hemşireyi, hastamla ilgili bir durum olursa saat kaç olursa olsun beni aramasını ya da mesajla bilgilendirmesi konusunda uyarmıştım. Ama acil olmadığı sürece çağırmamasını istemiştim. Telaş yapmamın sebebi buydu. Önemli birşey olmuştu, çağırmaması gereken bir konu olsaydı eminim ki çağırmazdı.

Zaten kısa olan yol bu sefer daha da kısa sürmüştü. Yolun nasıl geçtiğini farketmemiştim. Arabamın farlarının aydınlattığı yolun kenarına arabamı bırakıp hızlıca çıktım ve kapıyı kapatır kapatmaz anahtardan kapıları kilitledim.

Stres ve telaş karışımı halim yüzünden alnımda boncuk boncuk terler oluşmuştu. Hastaneye doğru koşarken havadan bile daha soğuk olan rüzgar tenimi ısırıyordu sanki. Ellerimi birbirine sürterek biraz ısıtmaya çalıştım. Vücudumu sıcak hissetsemde ellerim sanki buz kesmişti.

Işığın aydınlattığı merdivenlerin en üstünde nöbetçi hemşirelerden birini telaşlı bir halde etrafına sabırsız bakışlar atarken gördüm. Beni farkedince yüzünde rahatlamış bir ifade belirmişti. Eliyle hızlı olun işareti yaparken aynı anda hastaneye doğru dönmüş hızlı adımlarla gidiyordu. Hemşirenin bu telaşlı hali biraz daha gerilmeme sebep olmuştu. Ne yapmış olabilirdi ki? En fazla krize girmiştir diye düşünüyordum ama basit bir sakinleştirici iğneyle bu durum çözülebilirdi. Aklıma türlü ihtimaller geliyordu ama hiçbiri mantıklı bir açıklama olamamıştı. En iyisi düşünmeyi bırakıp neler olduğunu kendi gözlerimle görmekti. Hemşirenin peşinden giderken önceden de koştuğum ve acele ettiğim için nefes nefese kalmıştım. Barlas'ın odasına gitmiyorduk. Neredeydi o? Nihayet hemşire yavaşladı derken gelen bağırma sesleriyle birlikte endişem azalmadan iki katına çıkmıştı. Sesler yakından gelmeye başlamıştı.

Dalgınlığımdan dolayı önümdeki hemşirenin durduğunu farketmemiştim. Ona çarpacakken son anda kendimi durdurmayı başarmışdım. Kapının arkasından gelen bağırma seslerine dikkat kesilerek hızlıca kapıyı açtım ve içeri girdim. Burası çalışanların mola vermek için kullandığı odaydı. Ortada krem rengi, büyük oval masa etrafında ise ahşap, beyaz renkli sandalyeler dizilmişti. Duvara monte edilmiş, kahverenginin açık tonlarına sahip olan dolap bölmelere ayrılmıştı. Odaya göz gezdirirken yerde kırılmış olan sandalyenin parçalarını gördüm. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken hemen sağ tarafta olan cam kırıklarına gözüm değdi. "Neler oldu burada?" dedikten sonra cam kırıklarının yanındaki tekli koltukta başından kanlar akan yarı baygın hastane çalışanını görmemle bir adım geriye gittim. Parmak uçlarımla şaşkınlıktan açılan ağzımı kapatırken sesli bir şekilde iç çektim. Başında duran hemşire adamın kafasına bakıyor yaranın genişliğini anlamaya çalışıyordu.

Kanlı Geçmiş Where stories live. Discover now