5. İhanet

159 18 202
                                    

İliklerimize kadar hissettiğimiz acı mıydı bizi gerçeklerle yüzleştiren, yoksa kalbimize saplanan hançerin ağırlığı mı? O an ki hissi tarif etmek zor. Bazen nefesin kesilir, boğazında düğümlenen kelimelerin arasında boğulurken bulursun kendini. Diyecek çok söz vardır ama bir tane harf bile çıkamaz dudaklarının arasından. Geldiği gibi yutarsın ucu bucağı olmayan sözcükleri, çünkü korkarsın... O senin kalbini paramparça etse bile sen onun incinmesine göz yumamazsın. Neden bizden daha önemli değersiz insanlar? Onlara muhtaç mıyız? Hayır. Onlar olmadan nefesimiz mi kesilir? Hayır. Onlar olmadan hayat devam etmez mi? Aksine, bazen nasıl geçtiğini bile fark etmeyiz. O halde neden yapıyoruz bunu kendimize, neden ısrarla bizi mahveden insanları hayatımızda tutmak için sebepler buluyoruz...

Bu gerçek olamayacak kadar ihanet kokuyordu. Elimde tuttuğum şey buğulanan gözlerimden bir damla yaş akmasına müsade ederken titreyen ellerim gözümden kaçmamıştı. Her şeyin şakadan ibaret olduğuna kendimi inandırmak istiyordum. Yapamazdı. En yakınım dediğim insan bana ihanet edemezdi, beni sırtımdan bıçaklayamazdı. O halde resimde gördüğüm kişi benim kardeşim gibi gördüğüm insan olamazdı, olmamalıydı...

Gözlerimden art arda akan yaşları elimin tersiyle silerek yavaşça ovuşturdum. Bir kaç saniye gözlerimi kapatarak bilincimi yerine getirmeye çalıştım. Avuçlarımın arasında ihanetin belgesini tutuyordum. Kaçıncı kez baktığımı saymadığım fotoğrafa yine bakarken buldum kendimi. Arya hiç olmadığı kadar mutlu görünüyordu. Yüzünde daha önce hiç rastlamadığım bir tebessüm yer etmişti. Gözleri tattığı huzur sayesinde sımsıkı kapanmıştı. Kollarını ise kabusum olan adamın boynuna dolamış, kafasını göğsüne yaslamıştı.

Gürkan...

Üniversite yıllarımda hayatı bana zindan eden, kendimden nefret etmeme sebebiyet veren, nerdeyse okulu bırakıp evime dönmeme neden olacak kişi şuan göz hapsimde öylece duruyordu. Ellerini Aryanın ince beline dolamıştı. Kafasını boynuna gömdüğü kadından uzun soluklu kokular çalıyordu. Arsızca bakan gözleri Aryanın aksine ardına kadar açıktı.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Arya her şeyi biliyordu. O adamın bana neler yaşattığını, başıma gelen her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyorken kendini onun kollarına atması ne kadar doğruydu? Buna göz yummak istemiyordum. Bir yanım çık karşılarına hesap sor derken diğer yanım çığlık çığlığa yapma, bırak ne halleri varsa görsünler diyordu.

Düşünme yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Aklım, en karanlık sokakların ücra köşeleri gibi yalnızlık ve sefalet içinde kalmıştı. Beynimin uyuştuğunu hissetmeye başlamıştım. Anılar kılıçlarını çekmiş üstüme doğru koşarken ben savunmasız bir şekilde gelecek darbeyi bekliyor gibiydim. Yalnızdım... Kendimi hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordum. Yeni yeni idrak etmeye başladığım olaylar tokat gibi yüzüme çarpmıştı.

Telefonu yavaşça yanıma bıraktıktan sonra ayağa kalktım ve aynanın karşına geçtim. Yansımamla göz göze gelince uzun uzun kendimi izledim. Bu ben değildim. Kendimi yıpratamazdım. Her şeyin bir bedeli vardı ve kimse bu bedel ödenmeden ölmezdi...

Biraz hava almak için balkona çıkmaya karar verdim. Az önce bomboş olduğunu düşündüğüm beynimden şuan türlü türlü planlar geçiyordu. Hiçbirini yapmayacağımı biliyordum ama yine de düşünmeden edemiyordum. Sadece gördüğüm şeylere inanarak hareket etmek istemiyordum. Önce gerçeği öğrenmem lazımdı. Sonrasını ona göre düşünecektim. İntikam almayı sevmezdim. Bana yaşatılanı bir başkasına yaşatmayı da doğru bulmazdım. Suçlu kimse karşısına geçip içimde kopan fırtınaların hesabını soracaktım. Her ne kadar hesap sorma arzusuyla yanıp kavrulsam da içimde hala buruk bir yer vardı. Bunca yıllık arkadaşım, beni sırtımdan vuran kişiden başkası değildi. Bunun yükü altında ezilmek çok acı vericiydi.

Kanlı Geçmiş Where stories live. Discover now