Zakkumun sırrı

14K 791 100
                                    

Tehlikeli sayılmam artık, kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum.

[Didem Madak]

***

Sokağın iki yanına dizilmiş dükkanları hızlı adımlarla geçerek sahafın önüne geldiğinde başını kaldırıp gökyüzünde kümelenmiş yağmur bulutlarına baktı. Sanki hava kurşun gibi ağırlaşmış, bütün siyaha kesmişti. Dükkanın dar kapısı, ondan da dar üç merdivenle sokağa bağlanıyordu. Arnavut kaldırımı döşenmiş sokakta yürümekten birbirine bakan iki parantez halini almaya meyleden topuklarını dikkatle basarak birinci merdiveni indi. Kaldı iki. Burayı üniversite zamanlarında keşfetmişti. Zaten ilk baskı kitap biriktirme alışkanlığı, hastalığı ya da tutkusu da ilk o zamanlar nüksetmemiş miydi? Girişin bu köhne duruşu kapıdan adım atıldığında yerini bambaşka bir havaya bırakıyordu esasen. İçerisi oldukça aydınlık ve genişti. Son basamağı da indikten sonra önündeki kapıyı yavaşça itekledi. Aynı anda içerinin sessizliğini bölmeye güç yetiremeyecek kadar cılız bir çan sesi duyuldu. Dilara zeminin üzerinde ağır ve telaşsızca ilerleyen adım seslerini duymayı beklemeden rafların olduğu kısma yöneldi. Yerini ezbere bildiği kitaplardan birini çekip zarif parmaklarını derin bir yaranın izi üzerinde gezdirir gibi kitabın kapağında gezdirdi.

"Hoş geldin."

Adamın sesini işitince yüzündeki zarif gülüşle başını çevirdi. "Hoş buldum. Nasılsın?"

Genç adam dağınık saçlarını düzeltmek adına hiçbir çabaya girişmeden - onları öyle kabullenmişti - ince belli bardağındaki tavşan kanı çaydan küçük bir yudum aldı. Bakışlarını yeniden raflardaki kitaplara yönlendiren kızın görmeyeceğinden emin bir tavırla, dudağının kenarında tatlı bir tebessümün belirmesine izin verdi. "Çay ister misin?"

Dilara adama hızlı bir bakış gönderirken başını bir kuğuyu andıran ince bir tavırla yana eğdi. "Çay sevmediğimi biliyorsun."

Adam çayından büyük bir yudum aldı bu sefer. Gözlerini kapatırken abartılı bir keyifle iç çekti. "Nasıl bir hata yaptığından haberin yok."

"Kahve var mı, Afşin?"

Kızın nasıl yaptığını bilmiyordu - belki de bu bilgiyle doğmuştu - ama harflerin bir şekilde onun dudaklarının arasından sıyrılırken ince bir ahenkle şiir olduğunu düşünüyordu. Soyadının daha önce böyle söylendiğini duymamıştı Murat. Soy ismi kızın dudaklarına öyle yakışıyordu ki, duyduğu her an ağzının kenarını yoklayan gülüş adamı şaşkına çeviriyordu. Yine öyle anlardan birini yaşarken kızın ona sırtını dönüp diğer uçtaki raflara doğru ilerlemesine aldırmadan dudağının ucunda sigara külü gibi duran gülüşüyle kafa salladı. Genç kızın hiç vazgeçmediği alışkanlıklarından biri de buydu. Bütün rafların arasında dolaşmadan oturmazdı. Sonunda alışkanlığı olduğu üzere belli aralıklarla dizilmiş rafların arasında ayakkabılarının düzenli bir ses çıkarmasına neden olan voltasını bitirdiğinde yeniden başladığı noktaya döndü Dilara. Elleri çenesine zor gelen saçlarının arasına karışırken kaşlarını hafifçe çattığının farkında değildi. Eli yeniden o ilk kitaba uzandı.

Kapağını araladığı sırada Afşin'in sesiyle başını hızla yukarı kaldırdı. Suç üstü yakalanmış gibi gözleri kocaman açılmıştı. Adam yüzündeki belirsiz gülüşle kahve kupasını uzatırken "Kahve istemiştin," diyerek takıldı. "O hassas burnun kokusunu almadı mı yoksa?"

Kız umursamazca omuz silkerek gülümsedi. Aldığı tek koku genzinin yanmasına neden olan acı bir kokuydu. Tarçın kokusu gibi... Eski kokuyordu burası, hüzün kokuyordu, toz kokuyordu sonra. Tozlanmış gibi kokuyordu, ama asla unutulmamış. Hatırda kalan bir şeyler gibi kokuyordu işte. Kitabı bırakmadan diğer eliyle kupayı kavrayıp adamın karşısındaki yeşil koltuğa oturdu. "Tutkal kokuyor burası," derken afacan bir tavırla gözlerini irileştirip Afşin'e baktı.

"Hadsiz."

Adamın onu taklit ederek gözlerini kısıp dişlerinin arasından tısladığı kelimeyi duyunca gülmemek için yanağının içini ısırdı Dilara. Ardından biçimli kaşlarını meydan okurcasına havalandırırken "Tereciye tere satıyorsun," diyerek uyardı.

"Körle yatan," derken iğneleyici bir tavırla kaşlarını kaldırarak başını yana eğdi adam. "Dila'cığım. Kaçınılmaz son."

Kız elindeki kitabın rastgele bir sayfasını açıp oyunbaz bir tavırla kaşlarını kaldırarak Afşin'e üstten bir bakış attı. "Seninle ilgilenmiyorum, Afşin'ciğim."

"Oku bakalım," derken kaşlarıyla kitabı işaret etti. "Neyle ilgileniyormuşsun?"

"Kıyametim kendimde. Biliyorum, bir gün dayanamayacağım kendime. Neden sanıyorsunuz birden ve kendiliğinden yok olur bütün zakkumlar... Çünkü ağaçlar içinde bir tek onlar, intiharîdirler. Kendi zehrini içer ve bir bahar artık zehirsiz, silahsız olmaya karar verirler. İşte, bir zakkumun sırrı budur."*

***

*Ece Temelkuran, İç Kitabı.

***

Hikaye Dreame üzerinden de paylaşılmaktadır.

Kağıt EvlerWhere stories live. Discover now