48/Gözlerinden artık, gider gibiyim.

4.8K 437 69
                                    

Yavaşça dokun yaralarıma, yavaşça. Annesi dün ölmüş çocuklara dokunurcasına şefkatle. Bin yıllık mushafın sayfalarına nasıl dokunursa insan, öyle dokun.

[Tarık Tufan]

***


Yolun kenarında sallanan gövdesi, yüzüne yediği son yumrukla sarsılarak kaldırım taşlarının üzerine devrildi. Yere, birkaç kemiğinin kırılmasına neden olacak kadar şiddetli çarpan vücudundaki en küçük kemiğin bile sızlayarak yerini belli ettiğini hissettiğinde inlemeye benzeyen derin bir nefesle başını geriye attı. Acı, bedenine her noktadan aynı anda hücum ediyordu. Hangi yarasının canını daha çok yaktığına karar veremiyordu. Artan, yükselen, şiddetlenen bir ritmle acının gövdesindeki yaraları, ruhundaki oyukları, tüm kemiklerini bir enstrüman gibi kullandığını düşünmeye başlamıştı. Derin bir yorgunluk hissediyordu; öyle ki parmağını kımıldatacak dermanı kalmamıştı.

Yanan göğsüne rağmen derin bir nefes almayı denedi.

Kaburgaları ciğerlerine saplanıyormuş gibi hissederken acıyla inleyerek soğuk kaldırım taşlarının üzerinde gövdesini kıpırdatmak için uğraştı. İşe yaramıyordu, üzerine bir ölümün ağırlığı çökmüş gibiydi. Bilinci yavaş yavaş kapanırken odağını kaybeden gözleri kararmaya başlamadan önce aklından geçen son düşünce, uzun zamandır bu kadar sağlam bir kavga etmediğiydi.

Bilmediği bir zamanda, Dilara'nın kokusuyla kirpiklerini araladı. Kırpıştırdığı gözlerinin arasından gördüğü yüzün, bulanık zihninin ona yaptığı bir oyun olduğunu düşündü. Kısa bir an, kadının telaşlı sesini duyup ellerini yüzünde hissedene kadar... Hayalse bile o kadar güzeldi ki elini uzatıp dokunmak istedi ancak hiçbir uzvuna söz dinletebileceğini sanmıyordu. Bir balığı kılçığından ayırır gibi kolayca omurgasını sıyırıp aldıkları gövdesi, bir et yığınından farksızdı. Reflekslerini kontrol edebildiğinden dahi emin değildi. Burnunun ucundaki koku – Dilara'nın kokusu – nefes almak için amansız bir istek duymasına neden olurken havayı çekmek için ciğerlerini zorladı. Derin bir yanma hissiyle adeta zonklayan ciğerleri canının yanmasına neden olunca öksürmeye başladı.

Öksürükleri şiddetini azaltarak kesilirken güçlükle yutkundu. Kaskatı kesilen boynunu Dilara'nın yüzünü daha iyi görebilmek için geriye atmaya çalışırken son nefesini verir gibi zorlukla mırıldandı. "Dilara..."

Sonunda adamdan bir tepki alabildiğinde "Giz," diyerek telaşla atıldı Dilara. Yüzü gözü yara içinde olduğu için ellerini nereye koyacağını bilemese de titreyen parmaklarıyla canını yakmaktan çekinerek Giz'in boynunu kavradı. "Giz, beni duyuyor musun?" Adamın acıyla inleyerek gözlerini kapattığını fark ettiğinde "Kalkabilecek misin?" diye sordu bu sefer. "Hastaneye gitmemiz lazım."

Giz ağzından itiraz eden bir mırıltının yükselmesine güç yetirebildiğinde nefes nefese durakladı. "Dila..."

Sonunda bir taksi bulup bindiklerinde, başının Dilara tarafından nazikçe göğsüne çekilmesine sessiz kaldı Giz. Ölmek için bile güzel bir an olduğunu düşündü. Eğer becerebilseydi, gücünün yeteceğini bilseydi, ruhunu gövdesine sığdırmakta bunca zorlanmasaydı tam şu anda, kadının kokusu ince ince ciğerlerine süzülürken dudağına bir gülüş yerleştirebilmeyi dilerdi. Dilara'yı öyle özlemişti ki kadının yokluğunda düştüğü kuyunun dibinde hem Yusuf olmuştu hem Yakup. Lakin bir faninin sırtına bunca yük, bu imtihan ağır değil miydi? Hasret, sonu vuslata bağlanmayan bir yol gibi kıvrılarak uzuyordu. Giz'in sürgünü, gövdesiydi. Dilara'nın gözlerinden başka kendini ait hissettiği bir yer yoktu. Artık, kadının gözleri de yoktu. Dilara yoktu, adamı bütünüyle kül edecek bir yangın başlatarak çekip gitmişti. Onu Özgür'ün yanında görüşünün üzerinden saatler geçmişti, henüz bir gün bile olmamıştı. Ancak adam, Dilara'yı Özgür'ün yanında gördüğü birkaç saniyede ömrümün yitip gittiğini hissetmişti.

Kağıt EvlerWhere stories live. Discover now