22/Ruhum, sen git.

6.6K 472 46
                                    

Ben seni sevmezsem, seni sevmek kimselerin elinden gelmez.

[Turgut Uyar]

***

Derin bir nefesle gardını alarak karşısındaki adama yeniden hamle yaptı. Kafası bu kadar doluyken eline çakmak almak dahi akıl almaz bir iş gibi dururken – sonuçta tutuşup alev alması ancak bir kıvılcıma bakardı – dizideki kılıç sahneleri için koreografi dersi almaya gelmişti. Kılıcı elinde artistik bir hareketle çevirirken tehlikeli bir kaş hareketiyle geriye doğru adım attı. İçinde bir yer – ki dolup taşıyordu – dörtnala koşan vahşi atlar gibi şahlanırken bunun, kıran kırana bir mücadele olmadığını kendine yeniden hatırlattı. Eli kılıç sallıyor diye hocasıyla cenge tutuşacak değildi. Yapamayacağından değil, istemediğinden değil, hırsını böyle atamayacağını bildiğinden. Teriyle ıslanan saçlarının savrulmasına neden olan hızlı bir manevrayla adamın hamlesine karşılık verirken hızla inip kalkan göğsünün – nefes nefese kalmıştı – acıdığını hissederek yutkundu.

"Yaman çıktın, vesselam."

Kılıcını indirerek nefes nefese gülümseyen adama – ismi Ali'ydi – aynı şekilde karşılık verdi. Elini terden rahatsız olarak saçlarının arasına geçirirken hala düzenleyemediği nefesi nedeniyle çatlak çıkan sesi "Hocamızdan kaptık bir şeyler," diyerek cevap verdi.

"Eyvallah."

Dudağının kenarında derin ama ince bir çizgi halini alan gülüşüyle başını çevirmişti ki Dilara'yı görerek ciğerlerinin hepten isyan bayrağını çekmesine neden oldu. Kaburgalarının ardında kuru dallarıyla kökleri derine inen asırlık, gölgesiz ve yapraksız bir çınar halini alan ciğerlerinde iki yırtıcı kuşun kavgaya tutuştuğunu hissetti. Demirden yapılmış gagalarıyla etini didikliyorlardı. Dışarıda o, içeride ise ondan ayrı kılıç tutanlar vardı. Hocasının ayrılmadan önce söylediklerini duymadan – veda ettiğini düşünüyordu – hızlı bir baş selamıyla karşıladı. Hemen akabinde, Dilara'nın ona doğru yaklaşan adımlarını fark ettiğinde kılıcın sivri ucunu iyice yere bastırarak kendini sağlama aldı. Kadın son bir adım daha atarak sıkıntıyla Giz'e selam verdi. "Bölmedim, değil mi?"

"Bitirmiştik biz de."

"Konuşalım mı?"

Neden bu kadar durgun olduğunu anlamaya çalışarak bir an durup Dilara'ya baktı. Gözlerinde, yani kadının gözlerinde - ki Giz kadının gözlerinin değişen mevsimlerine dahi şahit olmuştu – suları çekilmiş bir nehir yatağı gibi yol yol çatlaklar açılmış gibiydi. Biri, sanki biri kadının damarlarını, kadının yollarını, kadının kıyılarını elinden alarak onu düşmek, daha doğrusu dökülmek zorunda olduğu bir derinliğe hapsetmişti. Adam bu halini hayra yoracak bir şey bulamamıştı. Sonunda spor salonunun kafeteryasına indiklerinde Dilara'nın önündeki kahveye eğilen bakışlarından duyduğu rahatsızlıkla yerinde kıpırdandı. Omurgasına tam ortadan bir kanca takılmış lakin henüz ipleri oynatılmamış, belirli bükük bir kukla gibi hissediyordu. Tüm heybeti ekmek gibi ufalanarak kuşlara yem olmuştu sanki. Kahvesinden bir yudum daha alarak sessizce Dilara'nın konuşmaya başlamasını beklemeye devam etti.

İşleri takdire şayan bir maharetle berbat etmişti. Kadını zor durumda bıraktığının da farkındaydı. Bunların hiçbirinin olacağını öngörememişti ama bir şekilde her şey aleyhine işliyordu. Sıkıntıyla nefes alarak içinden kendini düzeltti. İşler hep aleyhine işliyordu. Dilara'nın, dağıttıklarını toparlamak için nasıl uğraştığını, nasıl kendini hırpaladığını görebiliyordu. Bu iş nedeniyle Özgür'le karşı karşıya geldiğini de tahmin ediyordu – ki bundan son derece rahatsızdı. Oysa Giz, Dilara'nın zaten defalarca düğüm atılmış hayatına, bir kağıt gibi orta yerinden bölünmüş ömrüne, tam merkezine bir çukur kazılmış, bir mezar açılmış yaşantısına; yani kadının çok hüzünlü, çok rüzgarlı, çok kayalıklı hayatına yeni bir sorun olarak eklenmek istemiyordu.

Kağıt EvlerOnde as histórias ganham vida. Descobre agora