30/Sevgilim bağışla, biraz zor olsa da.

5.4K 443 27
                                    

Sen yine de benden yana ferah tut yüreğini.
Benim hüznüm yakasından eksik etmesin çiçeğini.

[Metin Altıok]

***

Yüzüne zoraki bir gülüş uydurarak Elis'e bakmak için kendini zorladı Dilara. Kadınla yüz yüze bakmanın bu kadar zor olacağını tahmin edememişti. Giz'in hayatına girdiği güne lanet etmekle şükretmek arasında gidip gelirken "Elis," diye mırıldandı. Adamda öyle zorlayıcı bir hal vardı ki Dilara, gövdesinde dolanan kılcal damarların dahi titreyerek çatlamaya başladığını hissediyordu. Öte yandan Giz, varlığıyla içinde çiçekler açtırıyordu. Hatta Dilara bir yerden sonra bu derin çelişkiye kafa yormaktan vazgeçmiş, her şeyi zamana bırakmaya karar vermişti. Zaman geçtikçe işlerin daha içinden çıkılmaz bir hal aldığını görmezden gelmeye çalışıyordu. Elis'in merakla gözlerine dikilen mavi gözlerine karşılık bir şeyler söylemek ihtiyacıyla derin bir nefes aldı. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." Her zamanki halinden farklı olarak bugün fazlasıyla tutuk davranan kadını tepeden tırnağa süzdükten sonra çalışılmış, mesafeli ama yine de samimi ve elbette ki temkinli bir gülüşle devam etti Elis. "Nasılsın?"

Dilara kadını zarif bir kafa hareketiyle cevaplayarak bakışlarını Süeda'ya çevirdi. Kadına baktığı her saniyede, aklının içinde Giz'in geceyi birlikte geçirdiklerini söyleyen sesinin giderek daha şiddetli bir uğultuya dönüşmesine tahammül edebileceğini sanmıyordu. Beyninin içindeki sesleri kontrol etmek istercesine parmaklarını şakaklarına bastırırken "Özgür ne zaman gelecek?" diye sordu.

"Birazdan burada olur."

"Tamam, ben ofisimdeyim."

"Kahveni hemen getiriyorum."

Dakikalar sonra, Süeda'nın getirdiği şekersiz kahveden küçük bir yudum alarak oturduğu koltukta kıpırdandı. İçinden bir ses, Giz'e çok fena yenileceğini söylüyordu. Daha dün, adam tutup onu öptüğünde, göğüs kafesinin delik deşik olmuş bir kalkan gibi gürültüyle yere düştüğünü hissetmişti Dilara. Adam karşısında kendini bu kadar savunmasız hissetmekten rahatsız oluyordu; hatta çoğu zaman, kalbinin ürkek bir kuş gibi göğsünde titrediğini de hissediyordu ancak bununla mücadele etmekten vazgeçmişti. Bütünüyle teslim olduğu söylenemezdi; her ne kadar Giz tüm köşelerine göz koymuş olsa da Dilara'nın da hala düşmemiş birkaç kalesi vardı – ki kadın da tüm gücüyle onlara tutunuyordu. Yoksa omurgasını adam karşısında dik tutmaya yetecek hiçbir şeye sahip değildi.

Giz de bunu biliyor, tüm adımlarını buna uygun olarak atıyordu. Üstelik bunu öyle ustaca yapıyordu ki Dilara'nın ellerini öne uzatarak teslim olmaktan başka çaresi kalmıyordu. Kadın yine de kanının son damlasına kadar direniyordu ancak bunun beyhude bir çabadan ibaret olduğu gün gibi ortadaydı.

Ofisin aralanan kapısıyla düşüncelerini susturarak kimin geldiğini görmek istercesine başını geriye attı. Gelenin Özgür olduğunu gördüğünde gardını alarak omuzlarını geriye itti. Adamla yeniden, yeniden Giz yüzünden karşı karşıyalardı. Özgür'le bu şekilde muhatap olmaktan, adama sürekli Giz'i savunmak zorunda kalmaktan memnun olduğu söylenemezdi. Bu düşüncelerin getirdiği rahatsızlıkla Özgür'den tarafa kaçamak bir bakış atarken "Hoş geldin," diye mırıldandı. "Bir şey içmek ister misin?"

Özgür Dilara'ya diktiği gözleriyle çarpık bir şekilde gülümsedi. Kadının Ankara'dan yeni geldiğini, babasının rahatsızlandığını, babası olacak o adam yüzünden ruhunun derinliklerinde kaynar bir volkan taşıdığını bildiğinden bakışlarının ilgiyle Dilara'nın üzerinde gezinmesine engel olamadı. Dilara babasını, kara bir mühür gibi omurgasında taşıyordu. Özgür buna gözleriyle şahit olmuştu. Kadının, ona karşı her seferinde diyenlerin daha da sivrilterek saldırmasının nedeni de tam olarak buydu. Dudağının kenarındaki çarpık gülüşe asılarak "Bu kibarlığının sebebi ne?" diye sordu.

Dilara oturduğu koltukta geriye yaslanarak meydan okuyan bakışlarını Özgür'e çevirdi. "Doğrudan konuya gireyim o halde?"

"Haberleri söylüyorsun, değil mi?" Kadının bir şey söylemesine fırsat vermeden kibirle devam etti. "Ama ben sana söylemiştim."

Dilara kabullendiğini anlatmak istercesine dudaklarını bükerek başını keskin bir hareketle yana eğdi. "Bir daha böyle bir şey olmayacak, Deren. Eğer olursa..." Cümleyi burada yarıda keserek oturduğu yerden hafifçe öne eğildi. "...her türlü sorumluluğu bizzat ben alacağım."

"Kumar oynuyorsun."

Özgür'ün uyarısını kulak arkası ederek "Kabul mü?" diye sordu Dilara.

"Bir şartla..." Kadının devam etmesi için teşvik etmek istercesine gözlerini dikerek bakmasına karşılık koltuğunda dikilerek güvenle omuzlarını geriye itti. "Balkondaki kadın sendin, değil mi?"

Dilara ciddiyetle düşündüğü saniyelerin sonunda gözlerini Özgür'ün ela gözlerinden çekmeden düz bir sesle mırıldandı. "Bendim."

"O halde kabul."

Saatler sonra Giz'in tarif ettiği meyhaneden içeri girerken Özgür'le yaptığı konuşmayı düşünmemeye çalışıyordu Dilara. Giz'in bir daha hata yapmayacağı garanti değilken adama verdiği sözün kelimenin tam anlamıyla kumar olduğunu o da biliyordu ancak ipleri tamamen Özgür'le bırakmak çok daha büyük bir kumar olurdu. Şimdi hiç değilse Giz'in hayatını kontrol etme şansı elindeydi. Gerçi bunu nasıl yapacağını da bilmiyordu ama Özgür'e teslim olmaktansa... İçi titreyerek Giz'e teslim olmayı tercih edeceğini itiraf etti. Mekandan içeri girip Giz'in oturduğu masaya doğru ilerlerken, adamım havaya kaldırdığı bakışlarıyla karşılaşarak derin bir nefes aldı. Çantasını bırakıp Giz'in karşısındaki boş sandalyeye otururken "Beni meyhaneye çağırdığını bilseydim," diye mırıldandı.

"Gelmez miydin?"

"Sence?"

Giz kadının, üzerine diktiği iri bakışlarından rahatsız olarak başını öne eğerken rakısından büyük bir yudum aldı. "İçer misin?" Dilara'nın sessiz kalması üzerine rakı şişesine uzanıp boş bardağın dibine az, çok az rakı koyarak kalanını suyla tamamladı. Hazırladı rakı kaderini Dilara'nın önüne koyup düzelttikten sonra bakışlarını kaldırdı. "Yarasın."

"Sağ ol."

"Nasıl geçti günün?"

Oturduğu yerden huzursuzca kıpırdanarak Giz'e kaçamak bir bakış attı Dilara. "Elis'i gördüm bugün."

Giz dişlerini sıkarak başını diğer tarafa çevirirken konuyu nasıl değiştireceğini düşünüyordu. Elis hakkında konuşmak istemiyordu. Hele ki Dilara'yla, asla. Uzun yıllar kadınla kördüğüm olmuş bir ilişkiyi sürdürmüştü ancak hepsi geride kalmıştı. Giz, Elis'e karşı arkadaşlıktan öte bir duygu beslemiyordu. Adamın tutsaklığı bir Dilara'ya idi. Bir onun ateşinde yanıp kül olmaya meyilliydi. Dişlerini sıkıntıyla alt dudağını bastırarak havayı içine çektikten sonra yüzünü yeniden Dilara'ya döndü. "Neye kadeh kaldıralım? Dilara..."

"Neye? Anlamadım."

Giz, kadının merakla kocaman açtığı gözlerine bakarak hafifçe gülümserken uzanıp kadehi eline aldı. Bir yudum aldığı bardağı havaya kaldırarak "Sana," diye cevap verdi. "Sana içelim."

Dilara adamın, usul usul yanmaya devam eden bir yangın gibi kederli çıkan sesine karşılık tarif etmekte zorlandığı, anlaşılmaz bir meydan okumayla kaşlarını havalandırdı. "İlk aşklara, ilk ayrılıklara..."

"Sana..."

"Gidenlere, geri gelenlere..."

"Sana..."

"Çok sevenlere, çok sevilenlere..."

Giz dudağının kenarında kırık bir gülümsemeyle başını öne eğdi. "Sana, Dilara..."

"Yare, yareye..."

"Hep sana..."

Dilara göz bebeklerinde titreyen derin bir sevgiyle Giz'e gülümseyerek başını hafifçe omzuna doğru yatırdı. Adam, Dilara bunun hangi ara olduğunu anlamamıştı ama, düşmeye gönüllü olduğu derin bir uçurum halini almıştı. Yusuf olmak adama yakışırdı, Yusuf olmak adama yakışıyordu; Dilara'ya düşen ise bir kanlı gömlekle adamın hayali için gözyaşından bir Beyt'ül Ahzan inşa etmekti. Kalbini kaburgalarının ardında usul usul sızlatan, derin bir hisle "Sana," diye mırıldandı. "Sana içelim, Giz."

Kağıt EvlerDonde viven las historias. Descúbrelo ahora