5/Denge

9.4K 568 61
                                    

Kimse bilemez. Evet evet kimse bilemez. En yakınındaki bile. Senin dengen nerede kuruluyor, göremez. Çok başarısız, çok hüzünlü, çok zor görünen hayatında sadece senin küçük, görünmez gülümsemelerinden, kendine yaptığın aptalca şakalardan oluşan ve senin aslında yürümeni sağlayan dengeyi kimse göremez.

[Ece Temelkuran]

***

Telefonun birden aydınlanan ekranı, adamı hazırlıksız yakaladı. Ekranın üzerinde Dilara'nın ismini görmesiyse, derin bir nefes alma ihtiyacıyla duraklamasına neden oldu. Böyle anlarda kadın kaburgalarına dolanan acımasız bir el oluyordu. Ciğerlerini önce ikiye, ardından dörde katlıyor; sonra adamı kat izlerinden ince ince biçiyordu. Kaburgalarını iki yakasından ayıveriyordu. Hâl böyle olunca Giz, soluk borusunu ciğerleriyle birlikte yerinden söküp çıkarmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Zira Yusuf Giz Üstünel olmak; yani tüm o yaraların sahibi olmak, tüm o kalın kabukların altında pusuya yatmak, dökülen tüm o kanın üstüne pervasızca imza atmak tam da bunu gerektirirdi. Yarayı kontrol etmek için kabuğunu kaldırmayı, bıçağın keskin yüzünü evvela kendi etinde denemeyi...

Kendine açılan tüm kapıların sertçe yüzüne kapanmasına neden olan düşünceleri varlığını bir boşluğun; daha doğrusu boyutsuz bir evrenin içine hapsetmişken, parmağı ondan bağımsız bir hareketle ekranın üzerindeki küçük mektup zarfına dokundu. Harflerin çizgilerine pay edilmiş isyan, yüzüne mesajın içerdiği anlamdan önce çarptı. Kadının bir duvar gibi önünde yükselmediği tek bir ana dahi sahip değildi. Hatta Giz, Dilara'nın kendisine bir adım atmadan önce, aralarındaki ilişkinin asgari boyutunu ince ince hesap ettiğine adı gibi emindi. Çatık kaşlarla bakışlarını bir kaç saniye daha harflerin üzerinde gezdirdi.

BU SÖZLEŞMENİN TEK BİR KELİMESİNİ DAHİ OKUMADIN, ÖYLE DEĞİL Mİ?!!!

Gülüşü, sadece tek bir an bıyığının kaytanında - yeni rolü için sakal ve bıyık bırakması gerekmişti - varlığını belli etti. Sonrasında adam gülüşünü saklamak istercesine parmaklarıyla bıyığını düzelterek ayaklandı. Rehberden hızlıca Dilara'nın numarasını bulup telefonu kulağına yaklaştırırken salona kaçamak bir bakış atmayı ihmal etmeden kendini bahçeye attı. Evden herhangi birinin, bilhassa da Öz'ün bu telefon konuşmasına, daha doğrusu Dilara'nın varlığına şahit olmasını istemiyordu. Henüz birbirlerine alışmış sayılmazlardı. En basitinden Giz hâlâ, Dilara'nın iki derin kuyu gibi onu var gücüyle içine çeken bakışlarına alışamamıştı. Oysa adam Yusuf'tu; dipsiz kuyuların karanlığı kaderine yazılmıştı.

Lakin adam, kendini birine teslim etmeyi bilenlerden değildi.

"Giz..."

Dilara'nın sesiyle her şey, sekteye uğradı bir an. Öyle ki Giz, bir an nefes almayı dahi bıraktığını fark ederek yavaşça mırıldandı. "Lara..." Genç kadına nasıl seslendiğini, sesler kulaklarına ulaştığında ancak idrak edebildi. Böyle seslenerek, kızı kendine yabancı kılmaya çalışıyordu, bir ihtimal. Derisini gövdesinden soyar gibi... Giz bile kendine yeterince aşina değildi ama bu kız, Dilara, uzansa göğsüne bir damga gibi elinin izi geçerdi.

"Mesajı araman için atmamıştım."

Adamın sesi boğazından kısık bir mırıltı şeklinde çıktı. "Nasıl?"

"Aile yemeğinde değil misin?"

Adamın bu kararsız, savruk hallerini; bir araya gelerek onu şu anda olduğu adam haline getiren taşların nasıl sıralandığını, adamın kendini nasıl dengede tuttuğunu ve tam olarak nereden darbe aldığında sarsılacağını; böyle bir ihtimalde kaç parçaya bölüneceğini, kaça bölünürse parçalarından yeniden kendini yapamayacağını, adamın hangi fırtınalardan sağ çıktığını, omurgasını hangi rüzgarlara teslim ettiğini; yani adamın bir kırık kemik gibi kendine battığını, çözülmüşlüğunü değil, düğüm olmuşluğunu, kalbini yaşlı bir hayvan gibi perdaha çektiğini henüz bilmeyen Dilara sesinin tedirgin çıkmasına engel olamamıştı. Bunu fark eden adam derin bir nefes aldı. Boşta kalan eli hızlıca saçlarının arasına karışırken, dudaklarını saran serseri gülüşe tüm gücüyle asıldı. "Sí, señora."

Kağıt EvlerWhere stories live. Discover now