Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu

603K 31.9K 3.5K
                                    



Söz verdiğim gibi Onur'un sorgusunu özel bölüm olarak yazdım^^ Yeni bölümü de şuan yazıyorum, 37.bölümle görüşmek üzere :')

ÖZEL BÖLÜM
Onur'un Sorgusu

Her soğukluk termometreyle ölçülebilir mi, her soğukluğu bir battaniye keser mi, her üşüyen girse bir battaniyenin altına ; geçer mi üşümesi? Onur Zorlu, üzerinde sallanan turuncu lambanın altında durmuş, ellerini masada birleştirmiş bitmiş bir halde masadaki su bardağını izliyordu. İnsanlar hayatları mahvolduğunda bunu yaparlardı, sabit duran bir şeyleri izlemek... Bir bardak suyu, bir saksı çiçeği, cama asılı perdeyi... Ne bir çiçek yetişirdi bu odada, ne de bir camı vardı ki perdesi olsun. Duvarlarla kaplı kapkaranlık sorgu odasında oturan Onur Zorlu'nun gözlerini dikebileceği tek manzara, bir bardak suydu. Buz gibi olmuş elleri neredeyse dokunduğu masayı da soğutacaktı. Soğuğu üreten oda değil, Onur'un ta kendisiydi. Ne termometreyle ölçülebilirdi şimdi vücut ısısı, ne bir battaniyeyle kesilebilirdi. Sonsuz soğukluk, kara delik kadar derin, nereden geldiği bile belli olmayan ve saatlerdir geçmeyen o soğukluk...

''Kan oturmuş gözler, buz gibi eller, bembeyaz olmuş bir yüz. Tanıştığımıza memnun oldum Onur Zorlu. Ben de Selim.'' Onur kıpırdamadı, gözlerini sudan ayırmadı.

''Bir depo, deponun kenarına atılmış kanlı bir bıçak, bir kadın cesedi... ve başında arkadaşlarınla sen. Senaryo ne kadar apaçık, ne kadar kesin ve net, değil mi Onur? Bir arkadaş grubu bir cinayet işler, beklemedikleri anda bir depoda yakalanırlar, hiçbiri suçu itiraf etmez ve bu şekilde hepsinin hapse girmesi için yeterli delil sağlanmış olur. Ama benim anlamadığım bir şeyler var... O depoya giren ekibin en başında ben vardım Onur. Arda kalanlardan değildim, araya karışıp içeri dalanlardan da değildim, ben o kapıya tekme vuran adamdım! Kapıyı açan, sizi orada yakalayan adam bendim! Ve gözlerimin gördüğü manzara bana bu senaryodan çok daha farklı bir senaryoyu anlatıyordu. Yerde dizlerinin üstüne çökmüş bir Onur Zorlu ve ona sarılmış arkadaşları. Siz o an birbirinize sarılmıyordunuz Onur. Arkadaşların sana sarılıyordu, sen onlara değil. Yüzler kıpkırmızı, gözyaşları birbirine karışmış... Bir düşünsene, birlikte karar verilmiş, birlikte planı yapılmış bir cinayetten sonra bu kadar zayıf bir hareket gösterilir mi?'' Onur hiç kıpırdamadan, nefes dahi almadan beklemeye devam etti.

''Arkadaşlar hadi bir plan yapıp gencecik bir kızın canını alalım ama plandan sonra o kadar üzülelim ki ağlayıp birbirimize sarılalım. Çünkü biz beyinsiziz. Hiç mantıklı değil, değil mi Onur? Hadi ama... Zekisin, zekan gözlerinden okunuyor. Şimdi söylesene, buna kim inanır? O kapıya tekme attığım an karşımda gördüğüm tablo bir Rönesans tablosu değildi. O kapıya tekme attığım an karşımda gördüğüm tablo senin mahvoluş tablondu Onur. Sen mahvoldun, ve ben bunu gözlerimle gördüm. Her şey senin elinde şimdi, o zavallı arkadaşlarını kurtarmak, ve hayatına bir yalancı olarak devam etmemek... Her şey şu buz gibi olmuş dudaklarının arasından çıkacak cümleye bakıyor, 'ben yaptım...' Ben yaptım. Ben, yaptım. Çünkü doğru olan bu, değil mi? Sen yaptın Onur. O kızı sen öldürdün.'' Onur zar zor yutkundu, kesik bir nefes almaya çalıştığı sırada gözlerinin önüne önünde yatan o ölü beden geldi... Gözlerini kapattı, görüntünün gitmesini bekledi, ama görüntü gitmiyordu. Gözlerini açtı, kapattı, açtı, kapattı, ama görüntü sonsuza kadar orada kalacakmışçasına oradaydı ve gitmiyordu.

''Kıskançlık meselesi mi?'' diye sordu Selim, ''bu yüzden mi öldürdün?'' Onur hafızasını yoklamayı denedi, o kızın kim olduğunu hatırlamayı... Ama yoktu, beyninde o kıza dair en ufak bir hatıra bile yoktu. Tanımadığına emindi, tanımıyordu. Bunlar gerçek olabilir miydi? Bunlar yaşanıyor olabilir miydi? Zeynep, Burak ve Mert'in bahsettiği notlar gerçek olabilir miydi? Onur bir cinayet işleyip unutmuş olabilir miydi? Belki iki, belki üç...

''Dersleri iyi, disiplin cezası almamış, aklı başında bir öğrenci profilin var. Hangi öğretmeninle konuşsam hepsi tam olarak bunu söyledi. Baban tanınmış bir okulun müdürü, milletvekili tanıdıkları olan saygın bir iş adamı. İşte burada senaryo karışıyor. Bunca yıl kimse hiçbir yanlışını görmezken, nasıl olur da şuan iki cinayetin baş şüphelisi konumunda olabilirsin? Kimsin sen Onur! Kimsin? Bir katil misin sen? Acımazsızca iki kişiyi öldüren bir katil mi! Üstelik arkadaşlarının hayatını da mahveden bir katil... Ne halde oldukları aklının ucundan bile geçmiyor, değil mi? Umrunda değil. Zeynep'in nasıl mahvolduğunu bir saniye görseydin yine de için acımazdı değil mi Onur? Umrunda bile olmazdı.'' Onur ellerini koyduğu masanın ellerinin altından kayıp gittiğini hissediyordu, tepesindeki ışık odanın içinde dönmeye başlamıştı sanki, tutunacak bir yer arar gibi ellerinden birini kıpırdatmaya çalıştı, kıpırdatamadı, şu son duydukları, o son cümle içinde bir savaş başlatmıştı sanki. Beyninin dört bir yanı Zeynep'i düşünüyordu şimdi. İşte tam olarak o an, cehennemi yaşıyordu.

''Burada...'' Komiser elini uzatıp Onur'un kalbinin üzerine koyduğunda kalbinin çıkmak üzereymişçesine attığını hissetti, ''burada ne yatıyor aslında Onur Zorlu? Bir katilin kalbi mi, bir ileri bir geri giden küçük bir cehennem mi taşıyorsun içinde? Cevap vermeyecek misin, o kızı öldürürken gösterdiğin cesareti burada göstermeyecek misin? Korkak bir katil mi var karşımda, eline bulaşan kandan korkan bir katil... Sana basit bir soru soruyorum, cevap ver Onur, kimsin sen!''

''Bilmiyorum...'' Tek kelime, Onur saatler sonra ilk kez işte o an konuşmuştu. Ve verdiği cevap öyle acınası, öyle korkunç bir cevaptı ki, ''bilmiyorum...'' Selim kaşlarını çattı, gözlerinde her şey bulanıklaşmaya başlayan Onur'a baktı dikkatlice,

''Bilmiyor musun?''

''Artık ben bile kim olduğumu bilmiyorum.''

''Bu söylediğin... Bir itiraf sayılabilir, biliyorsun değil mi?'' Sesini çıkarmadı, cevap verecek halde değildi. Ne evet diyecekti, ne hayır. Sadece bilmiyordu, geçmişini de şimdisini de bilmiyordu Onur. Komiser ayağa kalktı, ağır bir şekilde Onur'a doğru dönüp son kez baktı,

''Parmak izini almaya gelecekler.'' dedi sert bir sesle, Onur ağır ağır başını kaldırdı, hayatında ilk defa titreyen sesiyle bir cümle kurdu,

''O iyi mi...'' Komiser elini kapıya götürürken soruyla birlikte durdu,

''Kim?'' diye sordu cevabını bile bile, Onur cevap vermedi. Zeynep diyemedi, dudaklarının arasından Zeynep ismini çıkaramadı. Sadece yutkundu, belki de Zeynep'in iyi olup olmadığını bilmek bile hakkı değildi.

''Sana bir tavsiye,'' dedi komiser kapıyı araladığında, ''bir daha hayatını mahvettiğin insanların iyi olup olmadıklarını merak etme.'' Kapıdan çıktı, gitti. Herkes gibi... Onur tek başına karanlık odada o kirli ruhuyla baş başa kaldığında aklından annesinin ona çok küçükken kurduğu bir cümle geçti, ''Güzel kalbi olan insanların, güzel hayatları olur oğlum. Senin kalbin çok güzel.'' Annesi belki de ilk defa yanılmıştı, ne kalbi güzeldi ne hayatı. Sevdikleri bile bir bir kendinden uzaklaşırken, hepsinin bir bir hayatını mahvederken taşlarının bir bir yıkıldığını hissediyordu. Oysa o an yıkılmaktan korkmuyordu, o an korktuğu şey yıkılan taşlarının altında kalacak insanların Zeynep, Mert ve Burak olacağıydı. Belki de sırf bu yüzden, onları korumak için yıkılmak yerine dimdik ayakta kalmalıydı...


***

Instagram : beyzalkoc











.




















Karantina SerisiWhere stories live. Discover now