41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!

617K 33.8K 6.1K
                                    



KARANTİNA
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
*Bırak, bu şehir de yıkılsın.*



Burak ve Mert'i okulda bıraktıktan sonra okulun on beş dakika ilerisindeki metroya bindim. Gidip Onur'un benden istediği bileklikleri alacaktım. Öyle yorgun bir haldeydim ki eve dönüp yatağımdan günlerce çıkmamak istiyordum, oysa artık yorulmak yoktu bizim için. Hiçbir asker, savaşın ortasında yorulmazdı. Bu savaştan sağ çıkana kadar yorulmayacaktık.

Uzun zaman sonra bir toplu taşıma aracına binmek öyle garip bir deneyim oldu ki benim için, sanki uzun zamandır sadece okuldakileri görmeye alıştırılmıştım, sanki yıllardır kafeste olan bir kuştum ve şimdi gökyüzüne diğer kuşların yanına salınmıştım. İnsanlar garip gelmeye başladı, birbirleriyle konuşacak şeyleri olması, müzik bile dinlemeden öylece dimdik karşıya bakıp inecekleri durakları beklemeleri... İnsan bir şeylerin gelmesini beklerken müzik dinlemeden durabilir miydi? Doğama aykırı bir durumdu bu. Üç durak sonra oradan hızla uzaklaştığımda kendimi metronun iki sokak ötesindeki karakolda buldum, sorgularımızın yapıldığı karakolda. Onur burada değildi, ama eşyaları Mert'in söylediğine göre buradaydı.

İçeri girdiğim an korkuyla irkildim, burayı daha önce geldiğimde inceleme fırsatım olmamıştı ama şuan uzaktan baktığımda her köşede öyle korkunç hikayeler vardı ki. Ağlayanlar, polis tarafından duvara yapıştırılıp kelepçe takılan bir kadın, sorgu odasından gelen bağırma sesleri... Hiçbirine aldırış etmeden bir polis memurunun odasının kapısını çaldım, başımı yavaşça içeri soktum. Adam dışarıda kıyamet kopmuyormuş gibi rahattı, çay içiyordu.

''Buyrun?'' diye sordu,

''Merhaba, ben hapishaneye nakledilen bir arkadaşımın birkaç eşyasını almak istiyorum. Onun için gelmiştim.'' dediğim sırada odanın içinden gelen bir sesle şoka girdim,

''Onur Zorlu, ha?'' Kaşlarımı çattığım sırada odanın içine bir adım attım. Ve onu gördüm... Sorgumuzu yapan Selim komiseri... Yüzüme doğru SEN BİR KATİLSİN diye bağıran o adamı. Sertçe baktım yüzüne.

''Evet, eşyalarından birkaçını almak istiyorum.'' Cevap vermedi. İlerledi, yüzlerce rafı olan büyük duvara monte edilmiş dolaptan bir kutu aldı.

''Gel,'' diye mırıldandı, ''odama geçelim.'' Yanımdan kutuyla birlikte çekip gittiğinde korkakça takip ettim onu. Birlikte bağıran ağlayan insanların arasından geçtik, odasının kapısını açıp içeri girdiğinde peşinden ilerleyip kapıyı kapatmadan odanın ortasında öylece durdum. Masasına oturur oturmaz kaşlarını çattı,

''Kapı?'' diye sordu.

''Hemen alıp gideceğim diye... kapatmadım...'' Gözlerini devirerek ayağa kalktı. Kapıyı kapattı ve başıyla masasının önündeki karşılıklı koltuklardan birini gösterdi.

''Otur bakalım Zeynep.'' Tereddütle ağır ağır ilerleyip koltuğa oturdum, gözlerim kutudaydı. Hafifçe güldü,

''Korkma, alacaksın istediklerini.'' Başımı salladım.

''Onur'la görüşebildiniz mi? Durumu nasıl?''

''Nasıl olabilirse...'' diye mırıldandım. Kaşlarını çattı,

''Sen bu durumdan beni mi suçluyorsun Zeynep? Bana kızgın gibisin!'' Bakışlarımı ağır ağır ona çevirdim.

''Ben bu durumda Onur dışında herkesi suçluyorum. Kendimi bile. Çünkü bu olayda benim bile Onur'dan daha fazla suçum olabilir ama Onur asla suçlu değil. Asıl suçlu dışarıda bir yerde dolaşırken onun artık gökyüzünü bile göremiyor olması sizce ne kadar doğru?''

''Zeynep...'' dedi derin bir nefes alarak, ''bıçakta parmak izleri var. Ve sadece onun parmak izleri var. Uğraşmadım mı sanıyorsun, defalarca test ettirdim. En azından bir fazla parmak izin bulmak için uğraştım, o zaman sizin savaşınızın da haklı bir yanı olurdu. Ama yok. Cebinden çıkan adreste bir ceset bulundu, sizi bastığımız depoda da zira öyle. Bana sorgu esnasında sorduğumda ısrarla yapmadığını bile söylemedi. Bilmiyorum dedi... Bir katil soğukkanlılığına sahip değil, acemi.'' Öfkeyle baktım yüzüne,

''Onur acemi bir katil değil! Onur bir katil değil! Bilmiyorum diyor, çünkü bilmiyor...''

''Allah aşkına, bir insan cinayet işleyip işlemediğini bilmez mi!''

''Bakın... çok daha farklı bir durumun olma olasılığı da var... Onur, bazı şeyleri unutuyor...'' Kaşları havaya kalktı,

''Bir çeşit, hastalıktan mı bahsediyorsun...'' dedi ilgiyle,

''Çocukluğundan annesinin ölümüne tanık olmuş. Ve sürekli olarak bir şeyleri unuttuğuna şahit olmaya başladık. Ve bana verilen notlarda...'' dediğim an şoka girdi,

''Notlar? Zeynep sen ne anlatıyorsun!''

''Bana bu zamana kadar, bu cinayet olayı başladığından beri bazı notlar veriliyor. Cinayeti Onur'un işlediğine dair, unuttuğuna dair, onun mahvolucağına dair... Bu notları yazan benim karşıma çıktı...''

''Bekle, bekle!'' dedi telaşla, ayağa kalkıp dolabından bir şey alır almaz masasına geri döndü. Elindeki bir ses kayıt cihazıydı. Korkuyla yüzüne baktığımda cihazı çalıştırdı.

''Bu söylediklerin birer kanıt, mahkeme için birer delil. Ve korkma, Onur için kötü deliller değil. Eğer dediğin gibiyse mahkum olacağı yer hapishane değil hastane olabilir. Anlat Zeynep, dinliyorum.''

Yaklaşık bir saat boyunca hiç susmadan, kızı okulda bulup saklayışımızı anlatmadan sadece notlarda yazanları anlattım. Notların sahibiyle karşılaşmamı ve Onur'un unutkanlıklarını. Onur'un asla ve asla bir cinayet işlemeyeceğini defalarca tekrarladım.

''Harika.'' diye mırıldandı Selim komiser ses kaydını kapatırken, ''bunlar işimize yarayacak. İşe bahsettiğin çocuğu bulmakla başlamayı deneyeceğiz. Bu kadar çok şeyi nereden biliyor öğreneceğiz.'' Aklıma gelen bir soruyla yutkundum, ağır ağır başımı kaldırıp yüzüne baktım.

''O gün... depoda olduğumuzu nasıl bildiniz? Nasıl geldiniz oraya?''

''Bir ihbar sonucunda.'' diye mırıldandı, daha sonra kaşlarını çatarak devam etti, ''genç bir erkek sesi. Daha sonra mahkemeye çağırmak için ulaşmaya çalıştık, ama tahmin edeceğin gibi bir ankesörlü telefondan aranmıştık. Ama eğer... sesini tanıyabilirim dersen hemen şuan kaydı açabilirim. Dur bakalım...'' diye mırıldanarak bilgisayarına döndü. Birkaç uygulamaya giriş yaptıktan sonra tarihler arasında gezindi. Daha sonra bir ses kaydına tıkladı,

''Beykoz, Şişecam arkasında bir depoda bir cinayet işlendi. Gözlerimle gördüm.'' Sesi duyduğum an donakaldım. Böylesine karakteristik bir ses unutulabilir miydi?

''Bu o!'' dedim telaşla, ''notları yazan, bana veren çocuk! Bu onun sesi!''

''Tamam, tamam sakin olalım şimdi. Belli ki Onur'un takipçisi var.''

''Ya da bu cinayetleri işleyip Onur'un üstüne atan, hastalığından faydalanan biri.''

''O konuda çok umutlanma derim Zeynep. Ama söz veriyorum, araştıracağım. Araştıracağız... Şimdi, hangi eşyaları istiyorsun?'' Kutuya baktım, içinden tshirtü görünüyordu, bileklikler, cüzdanı, telefonu...

''Hepsini.'' dedim kararlılıkla.

''Onur'un izni var, değil mi? Sana güveniyorum, arayıp onaylatmayacağım.'' Başımı salladım,

''İzni var.'' Kutunun tamamını bir poşete boşaltıp elime tutuşturduğunda ayağa kalktım. Bana uzattığı elini sıktım ve umutla yüzüne baktım,

''Lütfen bana inanın. Onur bir katil olamaz, ona oynanan bir oyun var. Sonuç ne olacaksa olsun, lütfen onun için biraz olsun çabalayın.''

''Söz,'' dedi sıcak bir bakışla, ''çabalayacağım.''

Oradan ayrıldığım sırada cebimden titreyen telefonumu fark ettim, telefonu telaşla elime aldım ve Mert'in aradığını görür görmez anında açtım.

''Neredesin? Okuldan çıktık, eğer hala karakoldaysan seni almaya geliyoruz.''

''Evet, oradayım. Önünde bekliyorum o zaman...''

''Tamam, geldiğimizde ararım.''

Telefonu kapatıp karakolun önündeki banklardan birine oturdum. Poşetten Onur'un tshirtünü çıkardım önce, üstünde '' I crashed the train just to start a revolution'' (Bir devrimi başlatmak için çarptım o trene) yazıyordu. İstemsizce burnuma götürdüm tshirtünü. İstemsizce kokladım. İstemsizce sarıldığımı fark ettim tshirtüne. Çok güzel kokuyordu, kanla kirletilmeyecek kadar güzel... Tshirtü ağır ağır kucağıma bıraktığımda annesinin bilekliğini çıkardım önce, tereddüt bile etmeden bileğime taktım. Bana, ''Bu bileklik, atan bir nabzın üstünde durmayı hak ediyor.'' Diyerek vermişti bu bilekliği, geri almış olsa bile izin verdiği müddetçe bende kalacaktı. Daha sonra kendi bilekliğini çıkardım. Onu da annesinin bilekliğinin hemen altına taktım. İki katı güçlüydüm şimdi. Sanki Onur içinde bulunduğumuz bu savaşta kendi zırhını da bana bırakarak gitmişti. İki zırhla savaşıyordum.

Duyduğum korna sesiyle tshirtü poşetin içine bırakıp hızla ayağa kalktım, Mert'in arabasına doğru ilerleyip arka kapıyı açtığım gibi içeri girdim. Mert sürücü koltuğunda, Burak yanındaki koltuktaydı.

''Bir gelişme var mı?'' diye sordu Burak umutla,

''Olacak.'' dedim, ''notlardan bahsettim. Ve... bizi ihbar eden kişiyle notları yazan kişinin aynı olduğunu tespit ettirdiler bana. Sorgularımızı yapan Selim komiser araştıracağına söz verdi.''

''Harbi mi!'' dedi Burak heyecanla, ''Abi yemin ederim biz salağız ya, nasıl bir psikolojiye girdiysek ben sorguda 'Biz yapmadık!' deyip durdum, insan bir oturur işe yarayacak şeyleri anlatır, notları anlatır.''

''Başka bir şey anlattın mı?'' diye sordu Mert.

''Hiçbir şey... Sadece notlar. Siz ne yaptınız? Okuldaki şu kalkınma durumu ne hale geldi?''

''Olayı sosyal medyaya taşıyacağız. Hilal diye bir kız var, tanımazsın. Babası sosyal medya uzmanı, haber sitelerinde Onur'a haksızlık yapıldığına dair bir haber çıkması polisin sizin için daha çok çalışmasını sağlar dedi. Ve haber sitelerinin ilgisini sosyal medyada olay olarak çekebilirsiniz dedi. Twitter'da bir hashtag çalışması yapacağız. #HepimizOnurZorluyuz tweetleri atılacak, ülke gündemine girmeye çalışacağız. Böylece haber sitelerine kadar taşacak durum. İlk adımımız bu. Sonrası için aynı kampanya adı altında bir imza kampanyası düzenlemeyi önerdi biri. Bugün başlıyoruz. Tüm sosyal medya yükünü Hilal'e bıraktım, herkesi ayarlayacak. Herkes aynı saatte tweetler atmaya başlayacak.'' Umutla baktım yüzüne,

''Sanırım bu sefer olacak...'' diye mırıldandım, Mert hafifçe gülümsedi.

''Olacak Zeynep. Şimdi okula dönüp son kontrolleri yapalım.'' Araba harekete geçtiği anda elimi üstüme giydiğim sweatimin cebine attım. Başımı umutla cama doğru çevirdiğimde kaşlarım çatıldı. Elime değen bir kağıt parçasıyla kalbimin hızlandığını hissettim. Kağıdı cebimden çıkardığım gibi titrek bir nefes aldım.

''Not...'' diye fısıldadım Burak ve Mert şok içinde bana döndüklerinde, ''bir not daha...'' Mert arabayı acil olarak ani bir frenle sola çektiğinde bana doğru eğildiler.

''Oku!'' dedi Burak telaşla. Dudaklarımı araladım, okumaya başladım.

''Büyük krallar, padişahlar, sultanlar,
hepsi hükmettikleri toprakların yıkıldığına şahit oldu.
En sevilen şehirler yağmalandı, yıkıldı.
En sevilen krallar, padişahlar indirildi tahttan,
Sonsuza kadar oturacaklarını sanarak uğruna savaştıkları tahtları,
Mezarları oldu...
Koskoca devirler bitti, çağlar kapandı açıldı.
Şimdi sen bir tahtın devrilişini izliyorsun,
Onur Zorlu'nun yıkılışını.
Adım attığı her sokak yıkılıyor, görmüyor musun?
Bırak bu şehir de yıkılsın...
Uğraşmaya değmez kurtarma çabası,
Verildiyse zalimin ölüm hükmü...
Zira ellerimde tutuyorum şimdi,
ruhunu alıp götürecek fermanı.
Nereye giderse gitsin,
gelip onu bulacak sonu olan ölüm.
Hayat bir kum saati, değerli okuyucum.
Şimdi çevirdim, süren başladı.''


Şok içinde cümleleri bitirdiğimde Mert'in tek bir cümle söylemeden arabayı son süratte çalıştırdığına şahit oldum. Arabanın hız sınırlarını zorladığımızda şoktaydım.

''Öldürecekler...'' diye bir fısıltı çıktı dudaklarımın arasından. Kulaklarım boğuklaştı. Burak'ın ''ALLAH KAHRETSİN!'' diye başlayarak ettiği küfürleri duymaz oldum. Öylece bakakaldım elimdeki nota. Çok açık ve netti her şey, nereye götürürseniz götürün, kime anlatırsanız anlatın hükmü çoktan verildi diyordu. Pes edin diyordu, ''Bırakın, bu şehir de yıkılsın.'' diyordu...

---

Bölümü okuduğunuz an itibariyle bugün içerisinde Twitter'da #HepimizOnurZorluyuz hashtagiyle atacağınız tweetlerden yaratıcı olanları ilerleyen bölümlerde Karantina'nın içinde yer alacak^^ Aynı hashtagle istediğiniz kadar tweet atabilirsiniz, merakla tweetlerinizi ve yorumlarınızı okuyor olacağım. Ve dediğim gibi, bir sonraki bölüm hareketli bölümlerin başlangıcı olacak. Yeni bölümde görüşmek üzere :') Oy vermeyi unutmayın^^ 

Instagram : beyzalkoc
Twitter : beyzaalkoc
Snapchat : beyzaalkoc


}?ְչ

Karantina SerisiWhere stories live. Discover now