1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.

2.8M 65.4K 23.1K
                                    

Hikayemizin tanıtım videosu multimedia olarak en baştadır, izlemenizi tavsiye ederim^^ 


---

KARANTİNA

1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.

*Yan yanayız...*


Ben Zeynep. On yedi yaşındayım. İstanbul'da, yaşadıkları her türlü soruna şahit olduğum anne ve babamın yanında yaşıyorum. Hayatımda üç kez okul değiştirdim, ve üçüncüsü gerçekleşeli sadece bir gün oldu. Bugün, benim birinci günüm. Yeni okulumda, babamın işi değiştiği için bir koleje geçmem konusunda yapılan ısrarlar sonucunda yazıldığım yeni okulumda, okul müdürümüzün deyişiyle ''burada hayat var!'' denilecek kadar büyük okulumda ilk günümü yaşıyorum ve üç saattir burada olmama rağmen sadece bir derse girebildim.

Çünkü bir felaketin ortasındayım.

Neler olduğunu çok fazla anlayamadım, sadece şu kadarını fark ettim. Dersten acil bir anonsla çıkarıldık, konferans salonuna toplandık, ve burası cehennemden beter. Müdür konuşmaya çalışıyor, kimsenin dinlemediğini bile bile bir şeyler anlatmaya çabalıyor. Ben dinliyorum, dinlemeyi sevdiğimden değil, konuşmaları bitiren eylemin dinlemek olduğunu bildiğimden.

''Çocuklar! Eğer şuan susmayan olursa, ismini aldığım gibi kaydını sileceğim!''

Ve sessizlik. Ne olması bekleniyordu? Bu şekilde devam edilmesine izin çıkacağını mı? Eski okulum böyle değildi, tamam, orada da gürültü olurdu. Ama burası bir başka. Hiçbir şey umurlarında değil. Gülüyorlar, oysa ciddi bir durum olduğu belli. Onları susturan yegane tehdit durumun ailelerine gideceği olmamalı. Ama bunu onlara anlatamayız. Anlatılmaz. Yine de başımı dikleştirdim. Susan suratlara gururla baktım sanki ben susturmuşum gibi. Tam o sırada kızın biri yanımdan ''çekil şuradan!'' diyerek kolumu iterek geçince gururumun söndüğünü fark ettim. Aptal kız, en ufak bir sorun yaşamasam olmaz, değil mi? Başımı sahneye çevirdiğimde okul müdürümüzün mikrofona doğru konuşmaya başladığını gördüm,

''Acil bir durumdayız. Şuan bütün sağlık birimleri okulumuzun içinde bulunduğu duruma kilitlenmiş durumda. Bunu size nasıl söylerim bilmiyorum... Ama söylemek zorundayım. Çocuklar... bir felaketin ortasındayız.''

Kısa ve net. Durum buydu. Bir felaketin ortasındaydık. Ne olduğunu anlayabilmek için durumumu dikleştirdim. Ne vardı? Yangın mı, deprem mi? Ne?

''Hocam rehin mi alındık?! Beni vursunlar güzel kızlara bir şey olmasın. Selam kızlar.'' diye atıldı ön koltuklardaki çocuklardan biri, salon buna inanamaz gibi gülüşürken müdür alnındaki teri sildi.

''Çok daha kötüsünü yaşıyoruz. 9.sınıflardan bir kız öğrenci yarım saat önce revire getirildi. Kendisine salgın bir hastalık teşhisi kondu, revir doktorumuz Hakan Bey bunu gerekli sağlık birimlerine bildirdiği an kapıyı kilitlememizi emrettiler. Bütün sağlık ve emniyet birimleri şuan yolda. Ama telefondan anladığımız kadarıyla... okulumuz karantinaya alınıyor arkadaşlar.''

Şok çığlıkları. İnanamaz kahkahalar. Savrulan küfürler. Şaşkın bakışlar. Çatık kaşlar.

Evet. Bir felaketin ortasındayız.

Okulda ilk günüm. Annem daha evden çıkarken alnımdan öptü, ve bugünümün iyi geçeceğine emin olduğunu söyledi kulağıma. Gülümsemeye çalıştığımı hatırlıyorum. Ama içten içe biliyordum, işin içinde ben varsam o iş iyi gitmezdi. Ben tehlikeliydim, benim psişik bir uğursuzluğum vardı. Hiçbir yere alınmamalı hatta bu okuldan derhal atılmalıydım. Benim yüzümdendi, hiçbir sorun yaşamayan okul benim uğursuzluğum yüzünden yaşıyordu bu sorunu. Emindim. Ayağımın tozuyla gelmiştim.

''Şimdi, sizden tek istediğim şu, sorun çıkarmayın. Kaç gün burada kalırız bilmiyorum. Bu geceyi burada geçireceğiz, orası kesin. Okulun içindeki her odanın kapısı açıldı. Spor salonu, kantin, kütüphane, yüzme salonu, sahalar, projeksiyon odası... tek tek hepsini açtık. Sınıflar zaten açıktı ve açık kalacak. İstediğiniz yerde vakit geçirebilirsiniz. Tek istediğim sorun çıkmaması. Zaten bir öğrencimizin acısını yaşıyoruz, bir de sizden birinin başına gelecek başka bir olayı kaldıramayız. Ve dikkat etmenizi istiyorum, bu hastalık hepinize bulaşmış olabilir. Eğer herhangi bir belirti gören varsa anında revire gidecek!'' dedi ve emreder gibi ekledi,

''Anlaşıldı mı!?''

''Anlaşıldı.'' Boğuk, mutsuz, korku dolu bir cevaptı bu. Hepimizin ağzından çıktı, ve salonun dağılması bir oldu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Okulda telefonum dışında tanıdığım kimse yoktu. Telefonum da insan değildi. Nerede vakit geçirecektim, ne yapacaktım? Annemleri arayıp haber vermeliydim belki de. Ama istemiyordum. Binlerce soru cevaplamak istemiyordum. Telefonu kaldırdığım gibi uçak moduna aldım ve dışarıdan gelen aramalara kapatıp sadece internetini açtım. Koridorda ağır ağır ilerledim ve kendimi kızlar tuvaletine attım. Boş tuvaletlerden birine girdim. Klozetin kapağını kapatıp üstüne oturdum, kulağıma kulaklıklarımı taktım, dizlerimi yukarı doğru çektim ve başımı dizlerime yasladım. Bu şekilde saatlerce durabilirdim. Ve aslında bakarsanız, durdum da. Saatlerce, klozetin üstünde oturarak ve şarkı dinleyerek burada böylece bekledim. Bir ara uyuyakaldığımı hatırlıyorum. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama rüyamı bile hatırlamayacak kadar derin uyudum.

Tuvaletin içi havasız gelmeye başlayınca çantamı almak ve dışarı çıkmak için ayağa kalkmıştım ki bir an çantamın yanımda olmadığını fark ettim. Şok içinde tuvalette kendi etrafımda dönüp bir kez daha bakındığım sırada durum aklıma geldi. Çantamı bir geri zekalı gibi sınıfta bırakmıştım. Anında tuvaletten çıktım. Aynada kendi yansımamı gördüğümde üstümü başımı düzeltmem gerektiğini fark ettim, elimi saçıma götürdüğüm sırada gözüm önce tuvalet camına kaydı. Dışarısı karanlıktı. Saat 7'yi geçmiş olmalıydı. Gözlerimi tekrar aynaya çevirdiğimde birdenbire tuvaletin ışıkları bir kez gitti geldi. Kaşlarımı çatarak bir adım attım.

''Kimse var mı?'' diye seslendim kabinlere doğru. Ses çıkmayınca tekrar aynaya dönüyordum ki bu sefer ışıklar tamamen gitti. Olduğum yerde sıçradım korkuyla.

''Kimse yok mu!?'' diyerek kapıya yöneldim ellerimle tutunarak. Tuvaletin kapısını açtım ve dışarı çıktım. Koridor karanlıktı, aslında bakarsanız şuan okulun içi tamamen karanlıktı. Düşmemeye dikkat ederek ağır ağır yürüdüm. Nereye gittiğimin farkında bile değildim. Koridorun sonuna doğru ilerledim. Koridorun sonuna ulaştığımda koridorun karşısındaki camdan caddenin ışıklarının az da olsa içeri vurduğunu fark ettim ve başımı diğer koridora doğru uzattım.

O an garip bir şey oldu.

Gözlerimi kırpıştırdım, gözlerimi sıkıca kapattım ve tekrar açtım. Gördüğüm şeyin gerçek olmadığına, yanıldığıma emindim ve bu yüzden sakindim. Sakin olmalıydım. Aman Tanrım... Sakin olamazdım. Şuan sakin kalamazdım. Gözlerimi tekrar kapattım. Ellerimle iyice ovdum ve tekrar açtım. Oradaydı. Hala oradaydı. Yerde, kanlar içinde yatan sarı saçlı uzun boylu zayıf bir kız vardı. Şok içinde oraya doğru bir adım attığım sırada birinin beni arkamdan yakaladığını fark ettiğim an ağzımdan büyük bir çığlık bırakıyordum ki bir el ağzıma kapandı.

''Sakın!'' dedi elin sahibi. Gözlerim kocaman açılmış ela gözlerin ardındaki sis bulutunu görmeye çalışırken ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Ela gözlerin sahibi ise beni bırakmaya niyetli değildi, öyle güçlüydü ki kıpırdayamıyordum. Bana gözleriyle emreder gibi bakıyordu,

''Sesini çıkarmayacaksın.'' diye fısıldadı, korkuyla tir tir titreyerek ona baktığım sırada başını sağa ve hemen sonra ağır ağır sola salladı.

''Ağzını açacağım. Ve sesini çıkarmayacaksın.'' Başımı salladım anında korkuyla. Tereddütsüzce baktığını gördüm. Elini ağır ağır ağzımdan çekti gözlerini gözlerimden ayırmadan. Ağzımı açtığı anda ufak bir çığlıkla koridorun soluna doğru koşuyordum ki beni tekrar tutup ağzımı bir kez daha kapatması bir oldu. Tanrım... Katil oydu... Cinayeti görmüştüm! Ve katil oydu!

''Sen laftan anlamaz mısın!?'' Eliyle ağzıma beni öldürmek istermişçesine baskı yaparken diğer eli kolumu sıkmakla meşguldü. Beni de öldürmek üzereydi. Kolları arasında yaralı bir kuş gibi çırpınıyordum. O an telaştan mantıklı tek bir düşünce bile aklımın ucundan geçmiyordu. Keşke Franz Kafka'nın Dönüşüm kitabını okusaydım da öyle ölseydim! Onu okumadan ölmek istemiyordum.

''Sus.'' diye fısıldadı, ''Şimdi ağzını açacağım ama bağırmayacaksın, doğru düzgün konuşacağız!'' Haklıydım. Katil oydu ve beni öldürmekle tehdit ediyordu. Hayatım buraya kadardı. Ölümümü böyle hayal etmemiştim. Ben ölümüm denizde olsun isterdim, okulumda değil, en nefret ettiğim yerde değil. Ama katilimi seçmem gerekseydi, bu ela gözlerin sahibini seçerdim. En azından onurlu bir ölüm olurdu. Çünkü en azından, kendimi katilim gerçek olamayacak kadar yakışıklıydı diye avutabilirdim. Kızıla dönük yeni çıkmaya başlamış kirli sakalları, kalkık kahverengi saçları, ateş gibi olup soğuk bakmayı başarabilen ela gözleri...

''Aferin, işte böyle.'' Ben ölümüme odaklandığım sürede sakinleştiğimde durumu onayladığını fark ettim. Minik bir bebeğe tuvalet alışkanlığı kazandırır gibi sabırla baktı yüzüme, iyice sakinleşmemi bekliyordu. Kolumdaki eli gevşemişti, gerçi kaçmaya kalksam yine sertleşecekti. Ama kalkmayacaktım. Öleceksem ölecektim.

''Şimdi, ağzını açacağım. Ve adam gibi konuşacağız.'' Önerisi beni güldürecek nitelikteydi, ama böyle bir anda gülecek değildim. Başımı salladım.

''Aferin,'' dedi bir kez daha. Eli yavaş yavaş ağzımdan çekildiği an yüzüne tükürdüm.

''Onu öldürdün!'' diye haykırdım. Karşımda kaya gibi sert duruyordu ve yüzündeki tükürüğümü bile silmiyordu. Cidden, bir gariplik vardı. Kimin yüzüne tükürseniz yapacağı ilk iş tükürüğü silmek olurdu ama bu çocuğun umrunda bile değildi.

''Sen aptal mısın?'' Sorusu karşısında teessüf ederek kaşlarımı havaya kaldırdım,

''Sen... onu öldürdün....'' diye yineledim bir kez daha. Taşlaşmış gözleri milim kıpırdamıyordu. Ellerini iki yanıma, duvara dayadı ve yüzüme onaylamazca baktı.

''Sence onu öldürsem ve buna şahit olduğunu görsem anında seni de öldürmez miydim? Bir katil konuşmaya çalışmaz. Bunu tahmin edemeyecek kadar korkmuşsun. Şu haline bak, korkudan öleceksin.'' Yutkundum. Gözlerimi kaçırıp karşı camdan yansımamı görmeye çalıştım. Karşımdaki çocuğun uzun boyundan kendimi göremiyordum bile. Ama ne halde olduğumu tahmin edebiliyordum, tir tir titreyen iki büklüm kalmış kahverengi saçlı zayıf bir salaktım şuan.

''Evet, şimdi susacak mısın?''

''Susmayacağım! Sen ne tür bir gereksizsin!?'' Tek gözünü kapatıp anlam vermeye çalışır gibi baktı bana,

''Gereksiz. Güzel kelime. Ama arkadaşlar bana Onur der.''

''Hah. Memnun oldum. Gerçekten şuan tek ihtiyacım adını öğrenmekti. Neler yapıyorsun, anlatsana. Hobi olarak insanları ölümle tehdit eder misin?'' Başını onaylamazca sağa sola doğru salladı. Bakışları yan koridorda bulunan cesetle buluşunca burnunu çekti.

''Şimdi kapa çeneni. Bak. Bu cesedi birlikte gördük. Aynı anda. Ve olayın üstünü birlikte kapatacağız. Bu gördüklerimiz... katili bulana kadar bizim sırrımız olarak kalacak.''

''Nasıl bir psikopatsın sen? Şuanda bir ölüyle birlikteyiz! Bir cinayet işlenmiş. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun!?'' Burnunu çekti bir kez daha.

''Ben ölülerle aynı ortamda bulunmayı çocukluğumda öğrendim. Ölü annemle yedi saat aynı evde kalmak zorunda olduğum gün.'' Boğazıma bir şey takılı kalmış gibi yutkunmaya çalıştım ama olmadı. Bu gerçek olabilir miydi? Gözlerine diktim gözlerimi, gözlerinde bir kanıt aradım. Ela gözleri sertti, duygudan yoksundu. İçimden bir ses bunları yaşamış bir insan bu kadar sert olamaz derken diğer bir ses asıl bunları yaşamış bir insan kendini taşa çevirir diye bas bas bağırıyordu.

''Ben... üzgünüm... yani... başın sağ olsun...'' diye gevelediğim sırada sırıtmaya başladığını gördüm. Yüzüme sırıtarak uzun uzun rahatsız edici bir şekilde baktı,

''Başım mı sağ olsun,'' diye mırıldandı dalga geçer gibi, ''aklının yarısı biraz ötemizde duran şu cesette, şimdi diğer yarısı geçmişimi sorguluyor, değil mi? Üzgünmüş... Üzgün olman hiçbir şeyi değiştirmez, bu kadar zayıf olma.'' Onu üstümden yavaşça itmeye çalışıyordum ki kaşları havaya kalktı,

''Çekilir misin gidip gerçekten ölüp ölmediğine bakmak istiyorum.'' Önümden çekildiği an şaşkınlıkla baktım yüzüne, çekilmesini beklemiyordum.

''Yiyorsa git bak.'' diye mırıldandı, ''ama çabuk ol. Sonra adam gibi konuşacağız.'' Aynı cümleyi ikinci kez kuruyordu. Ve bu artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Omuz silkerek yerde yatan kıza doğru bir adım attım sanki yapabilecekmişim gibi. Yapamazdım, haklıydı. Sandığınız gibi kolay değildi, yerde öylece kanlar içinde yatıyordu ve suratı bembeyazdı. Yanına gidip nabzını kontrol etmek benim için imkansızdı. Yutkundum, dikkatlice Onur denen şu çocuğa doğru döndüm. Beni izliyordu, bilmiş bir ifade vardı yüzünde.

''Tamam. Konuşalım.'' Haklı çıktığı için gururlu görünüyordu. Başını salladı.

''Kimse bilmeyecek.'' diye açıkladı kısaca, ''gerekirse sadece okul müdürüne söyleyeceğiz ve cinayet konusu yayılmayacak.''

''Neden!?'' dedim merakla itiraz eder gibi. Bence herkes bilmeliydi.

''Çünkü okul müdürü benim babam. Tamam mı?'' Şok içinde baktım yüzüne. Okul müdürünün oğlu muydu bu çocuk!? Okul müdürünün oğluyla birlikte okulda işlenmiş bir cinayete tanık olmuştum! Tanrım. Neler oluyordu!?

''Kaos yaratmak istemeyiz.'' diye devam etti ''Öğrenilmesi felakete sebep olur. Okulda bir katil olduğu yayılırsa kendimizi bir kaosun ortasında buluruz. Okulun ve babamın itibarı yerle bir olur. Sadece ikimiz bileceğiz. Sen ve ben. Anladın mı? Eğer bir başkasının ağzından bu olayla ilgili tek bir kelime duyarsam bunu senden bilirim ve-''

''Hassiktir!'' Onur'un sözünü kesen tanımadığım erkek sesini duyduğum anda şok içinde korkuyla yerimde sıçradım. Elimi Onur'un koluna götürdüm. İkimizin de bakışları koridorun sağına, bizim hemen yanımıza yönelince tanımadığım iki erkeğin cesede doğru baktıklarını gördüm. Şok içindelerdi... Bakışlarımı Onur'a çevirdiğimde ise yüzünde korku dolu değil küfür dolu bir ifade vardı.

''Size şu siktiğimin okulunda bir kere de peşimden gelmeyin demiştim.'' dedi sıkıntıyla Onur. Demek ki tanıyordu. Şuanki durum o kadar garipti ki kendime geldiğimde, korkunun yarattığı saflık geçtiğinde sinir krizi geçirecektim. Yanımızda bir ceset vardı ve ikimiz arasında kalacak dediğimiz sırada Onur'un iki arkadaşı daha öğrenmişti.

''Hassiktir abi hassiktir!'' dedi çocuklardan biri, şu simsiyah saçlı olan. Onur bana doğru döndü,

''Burak ve Mert. Arkadaşlarım.'' Yutkundum, çocuklar gözlerini sarışın kızın ölü bedeninden ayıramıyorlardı. Onur onlara doğru döndü ve derin bir nefes aldı,

''Kendinize gelin. Kız ölmüş. Yapılacak hiçbir şey yok. Şok olmanın bir faydası yok. Bakın, bunu tekrarlamayacağım. Bu iş, sır olarak kalacak. Şuan okulun içinde bir katil var. Eğer bu yayılırsa okulda kaos çıkar ve bu durum okulun sonu olur. Şimdi, beni dinleyin. Hepimiz burada kalacağız, dikkatli bir şekilde sessizce hayatımıza devam edeceğiz.'' O an kafama dank etti her şey. Hassiktir, diye düşündüm Burak gibi. Hassiktir... Okulda bir katil var! Cesetten öte bir katil var!

''Abi sen delirdin mi!? Herkese yaymak zorundayız, bu lanet yerden kaçmak zorundayız!'' Mert içimden geçenleri söyledi resmen. Burada kalamazdık. Bir katil, bir ceset ve bir hasta vardı bu okulun içinde.

Biz... bir felaketin ortasındaydık.

''Kaçmak yok. Beni dinleyeceksiniz. Bu işte birlikteyiz. Ayrılmayacağız, katil bulunacaksa biz buluruz. Kimseye anlatmak, ve hiçbir yere gitmek yok. Her şey düzelene kadar buradayız, ve yan yanayız. Anlaşıldı mı? Mert? Burak? Yeni kız?''

''Zeynep...'' diye fısıldadım ismimi durumun yarattığı darbeyle.

''Anlaşıldı mı?'' diye tekrarladı yüzüme bakarak.

Donuk bir yüzle baktım yüzüne. Cevap verebilecek modda değildim. Şuan ölmek istiyordum. Yere çömelip bağıra bağıra ağlamak ve sonra üzüntüden ölmek istiyordum. Bunlar başıma geliyor olamazdı. Ben bunları yaşıyor olamazdım. Ama yaşıyordum, buradaydım ve bunları yaşıyordum. Yaşıyorduk. Biz, dördümüz, bunları yaşıyorduk. Daha önce adını bile bilmediğim üç çocukla aynı kaderi paylaşıyordum. Ve artık bir takımdık. Takımdık ve bir felaketin ortasındaydık...

''Anlaşıldı.''



Karantina SerisiWhere stories live. Discover now