45.bölüm | Haber

8.1K 642 33
                                    

  Hena elindeki su dolu tası başından aşağıya dökerken yorgun ellerini yanına bıraktı. Boğazını bir acı vardı. Yutkunmasına bile izin vermiyordu. Sahip olduğu herkesi kaybetmişti. Ailesinin nasıl öldüklerini düşünmekten deliye dönecekti. Başı ağrıyordu. Ağlıyordu. Acısını dindiremiyordu. Ağlaması şiddetlenirken banyonun kapısı çalındı. "Hena? İyi misin?"

  Hena Riga'nın endişeli sesini duyunca ellerini ağzına kapadı. Sesini avucuyla bastırmaya çalışırken biraz bekledi. Sakinleşmeye çalıştı ve sesinin güçlü çıkmasını umut ederek seslendi: "Lütfen beni rahat bırak."

  "Senin için endişeleniyorum. Kapıyı aç. Uzun süredir oradasın."

  "Sana beni rahat bırak dedim!"

  Hena tekrar ağlamaya başlarken Riga hiçbir şey demedi. Hena ise bağırmaya başladı. "Arkadaşımı kaybettim! Sonra ailemi de kaybettim! Kapıda savaş bekliyor. Alacağım bir intikamım var. Hangisini yapacağım? Elimden hiçbir şey gelmiyor sanki! Ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum."

  Riga kapının önünde diz çöktü ve sırtını kapıya yasladı. "Savaşı kaybetmekten değil ama seni kaybetmekten korkuyorum, Hena. Yalnız değilsin, ben yanındayım."

  Hena sessizce ağlamaya devam ediyordu. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Elleriyle yüzünü sildi. Yavaşça ayağa kalktı ve üstüne bir şey geçirdi.

  Kapıyı açma sesiyle ayağa kalkan Riga, kapının açılması ile Hena'nın kahrolmuş yüzü ile karşılaştı. Gözlerinde kırmızı damarlar gözüküyordu. Gözlerinin altında, uykusuzluktan oluşmuş mor halkalar belirmişti.

  Hena bir süre gözlerine baktı. Ardından Riga'ya sımsıkı sarıldı ve ağlamaya devam etti. "Kurtar beni... Dayanamıyorum." Riga da Hena'ya sıkıca sarıldı ve onun hıçkırıklarını dinledi bir süre. Hena'nın dedikleri kalbini paramparça etmişti. Elleri Hena'nın ince belini daha çok sıkarken yavaşça kokusunu içine çekti.

  Andersan kalesine geleli günler geçmişti fakat Hena hiç odasından çıkmamıştı. Riga konuşturmaya çalışmış ama başaramamıştı. Hena'nın birkaç cümle kurması, içini rahatlatacağını sanmıştı ama onun dediklerinden sonra onun için daha çok endişelenmişti. Riga Hena'dan yavaşça ayrıldı ve onu yatağına oturttu. İçeriye gelmeden önce eline aldığı, hazırlanan yemeği Hena'nın kucağına koydu ve Hena'nın önünde diz çöktü. "Bir şeyler yemek zorundasın." Hena sakinleşene kadar bekledi. "İstemiyorum."

  "Yemek zorundasın. Seni hiç bu kadar dağılmış görmemiştim. Sen zayıf bir kız değilsin, Hena."

  "Ben güçlü biri değilim. Sadece öyle görünüyorum. Hem sen nereden bileceksin? Beni ne zamandır tanıyorsun? Bir ay? İki miydi yoksa?"

  "Seni sekiz yıldır tanıyorum! Ormanda korkusuzca ve tek başınaydın."

  "Annemi kaybediyordum, kaybedecek hiçbir şeyim yoktu."

  "Şimdi ne değişti o halde? Seni bir yerlerden izliyorlar ama sen sadece arkalarından göz yaşı dökmekten başka bir sey yapmıyorsun."

  "Başka ne yapabilirim?"

  "Savaş! Bu sefer gerçekten savaş! Birazdan savaş planı için toplanacağız. Yemeğini ye ve yanımıza gel." Hena'nın düşünceli bakışları eşliğinde odadan ayrıldı. Arkasına bakmadan toplantı odasına ilerledi. Hena'nın geleceğine neredeyse emindi. O tanıdığı en güçlü kişilerden biriydi.

  Toplantı odasına girdiğinde abisi, komutanlar ve danışmanlar vardı. Masanın üstünde harita boylu boyunca serilmişti. Riga konuşmalara dahil olmak için dinlemeye başladı: "Benim önerim kalenin etrafına bir kanal açmak."

  Riga danışmanın önerisine karşı çıktı: "Fakat bu çok zamanınızı alır o kadar zamanımız yok." Toplantı odasında sessiz ve gergin bir hava hakimdi. Bu savaşta çok kan döküleceği kesindi. Orduyu Akrepol için bölmüşlerdi. Sayıları yetersizdi. Kalenin surlarının onları güvende tutacağını umuyorlardı. Bir planları vardı ama sonucunu kestiremiyorlardı. Bu ayaklanmayı bitirmek zorundaydılar yoksa Akrepol için asker bulamazlardı. Katiller ve büyücüler onları Akrepol'de beklerken zaman kaybediyorlardı.

  Odada hakim olan sessizlik odanın kapısının açılmasıyla bölündü. Hena savaş kıyafetlerini giymiş, ıslak saçlarını arkaya taramıştı. Dimdik duruyordu. Dağılmış halinden izler yoktu yüzünde. Belinde her zaman taşıdığı kılıcı asılıydı ve bir eli kılıcının kabzasını sıkıyordu. "Planımız işe yaramazsa başka bir planım daha var."

∆∆∆

  Jone eğitim alanından ayrılıp Logan ile buluşacakları yere doğru ilerliyordu. Akrepol'de diken üstündeydi. Yalnız kaldığı oda üstüne üstüne geliyordu. Logan ile haber alış verişi yapmadıkça tamamen yalnızdı. O da çok soğuk biriydi. Bakışları insanı ürkütüyordu.

  Az ileride Logan'ın siluetini gördüğünde adımlarını yavaşlattı. Albina gittiğinden beri olaylar kötüleşmişti. Büyücüler onlardan bir haber bekliyordu ama Logan ve Jone geçiştirmekten başka bir şey yapmıyordu. Yalan haberler her an anlaşılabilirdi. Bir şey bulmaya çalışıyorlardı. Kralların orduları azdı ve Akrepol zayıftı. Şu an saldırsalar kaybederlerdi. Bunu yavaşlatmaya çalışıyorlardı.

  Logan Jone'u gördüğünde yaslandığı ağaçtan ayrıldı ve Jone'un yanına ulaştı. "Bir haber aldım ve hiç iyi bir haber değil. Büyücüler savaşa hazır olduklarını yazmışlar. Savaş düşündüğümüzden çok daha yakın. Albina bunu öğrenmeli. Ona bu haberi ulaştırmalıyız."

  Jone başını olumsuz anlamda salladı. Savaşın bu kadar yakın olduğunu bilmiyordu. "Bu çok kötü oldu. Çok, çok kötü... Albina'nın savaşta olduğunu biliyorsun. Ona nasıl ulaştırabiliriz?"

  "Güvendiğim bir dostum var."

  "Şu durumda insanlara güvenemeyiz."

  "İnsan olduğunu söyledim mi?"

  Logan bir ıslık çaldığında yanlarına bir akbaba yaklaştı ve Logan'ın omzuna kondu. Logan parmağıyla akbabanın yumuşak karnını okşarken Jone başını salladı. "Bağlı olduğun hayvan bu demek... Tamam, ben ne yazılması gerektiğini biliyorum."

  Logan cebinden bir tüy ve küçük bir kağıt çıkardıktan sonra son olarak mürekkebi çıkarıp Jone'a verdi. Jone bir taşa eğilip yazmaya başladı. "Beklediğin savaş açılmak üzere. Albina Erom'a ihtiyacımız var."

  Jone kağıdı sardıktan sonra Logan'a geri verdi. "Bu yeterli olacaktır." Logan akbabanın ayağına mesajı bağladığında son kez Jone'a baktı ve akbabayı yukarıya doğru fırlattı.

  Akbabanın gidişini izleyen Jone derin bir nefes verdi. "Ne yapacağız?"

  "Şimdilik yapabileceğimiz bir şey yok. Albina'nın geri dönmesini beklemeliyiz."

  "Ne kadar zamanımız var?"

  "Artık zaman diye bir şey yok."

  Büyük kanatlarını açıp ilerleyen akbaba her şeyi değiştirebilirdi fakat bir okla vurulduğunda işler ters dönmeye başlamıştı bile.

GİRİFT : YöneticilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin