48.bölüm | Ölene Kadar

7.7K 629 27
                                    

  Hena ve Riga düşman ordusunun olduğu kamp alanına ulaştıklarında sessizce etrafa bakınmaya başladılar. Karanlıkta ağaçların arasına saklanmışlardı. Etrafta duman kokusu hakimdi. Ateşler yakılmış, askerler soğuk havada ısınmaya çalışıyordu.

  Hena kılıcı çıkardı ve Riga gibi hazırda, avlarını beklemeye başladı. Az öteden gelen iki askeri gördüklerinde birbirlerine döndüler ve onaylarcasına baktılar. İki asker de Hena ve Riga'nın elinden sessiz bir ölümü tatmıştı. Cesetlerini sessiz bir köşeye çektikten sonra ölen askerlerin kıyafetlerini aldılar ve üstlerine giydiler.

  Hena bir süre uzun saçlarını kaska sığdırmaya çalıştı ama başaramadı. Sonunda sinirle, kılıcıyla saçlarını tuttuğu gibi kesti. Riga şaşkınlıkla Hena'ya bakıyordu. "Ne yaptın?"

  "Saçlarımı kestim. Sana söz vermiştim ve sözümü tuttum. Artık başka bir söz verelim. Ölene kadar savaşacağız."

  "Ölene kadar savaşacağız..."

  Hena ve Riga askerlerin arasına karıştıktan sonra hazırlıkları gözden geçirdiler. Ordu eksiksizdi. Her şeyi düşünmüşlerdi. Bu bekledikleri bir şeydi. Hena ve Riga'nın planı silah arabalarını, merdivenleri, mancınıkları yakmak; Albina'nın kanıyla çoğunu zehirleyerek öldürmekti. Bu aslında adaletli bir savaş olmayacaktı ama katiller ve büyücüler saldırırsa daha çok kan dökülecekti. Bu yüzden bu ayaklanmayı sonlandırmak gerekiyordu.

  Hena ve Riga hızlı bir şekilde birbirlerinden ayrıldılar ve silah arabalarına gizlice yanıcı sıvıyı dökmeye başladılar. Etrafta gezinen asker sayısı gece geç saatler olduğu için azdı. Yakalanırlarsa ellerindekinin içkiden başka bir şey olmadığını düşünmelerini sağlayacaklardı. Onun dışında bir planları yoktu. Oraya ölümü göze alarak gitmişlerdi. Planlarını bilen Jeamar'dan başka biri yoktu. Kimseye güvenmiyorlardı.

  Riga ve Hena döktükleri sıvının hepsini bir noktada birleştirdiler. Her şey olması gerektiği gibiydi. Kaçmak için en güzel konumu bulduklarında yanlarından geçen bir askerin ayağını Albina'nın kanıyla sıvazlanmış kılıçla ansızın kestiler. Ardından kenarda duran meşaleyi yanıcı maddenin üzerine attılar. Ateş hızla yol alırken, ayağı kesilen asker şaşkınlıkla kılıcını çıkardı. Adamın ölmeden zehri bulaştırması gerektiği için öldürmeye yeltenmeden hızla kaçmaya başladılar.

  Kimse bunu beklemediğinden onlar neler olduğunu anlayana kadar çoktan uzaklaşmışlardı. Silah arabaları yanıyor ve yaralı askerin etrafında insan kalabalığı artıyordu. Zaferle birbirlerine bakan ikilinin yüzündeki gülümseme ise çok sürmeyecekti.

∆∆∆
 
  Yine çerezlik duygusu sarmış dört yanımı. Yine bilinmezlik içinde kaybolmuş, yolumu bulamıyorum. Ne zaman kurtulacağım kaçtıklarımdan diye sorduğumda kendime yavaşça duruyorum. Kaçmak istemiyorum artık. Bulunmak istiyorum.

  Zaman anlamını kaybediyor. Yaşadığımdan şüphelenip elimi göğsüme götürüyorum ve kalp atışlarımı hissediyorum fakat nefes aldığımı hissetmiyorum. Yaşama dair, benim için hak olan nefesim bile çalınmış gibi. Bu şekilde devam edemeyeceğimin farkındayım. Çıkın artık karşıma, yüzleşeceğim ve alacağım çalınanları benden. Kaçtığım için çalındı zaten.

  Bir orman, sonu yok gibi. Ormanın sesinden başka bir de bir çan sesi var. Güçlü, hiddetli, tiz bir ses bu. Karanlık ormana bir korku salıyor galiba. Kaçmam için bir işaret gibi geliyor ama dikilmeye devam ediyorum. Oradan ayrılmamaya kararlıyım. Elimde bir sıcaklık var. Parmaklarım sıcaklığın ne olduğunu anlamaya çalışırcasına birbirlerine kapanıyor. Bir sıvı gibi... Elime bakıyorum. Karanlıkta göremediğim şey etrafımı saran alevlerle karşılıyor beni. Kan... Benim olmadığını biliyorum. Etrafıma bakıyorum. Ateşin içindeki kırmızıyı görüyorum. Kırmızı gözleri, aşık olduğum gözleri görüyorum; aynı zamanda kırgın, kızgın, öfkeli olduğum gözleri. Ne yapmalıyım? Onun dudaklarından adımı duyuyorum. Adeta fısıldıyor. Kulaklarıma değil, kalbime hitap edercesine: "Albina... Kaç. Sadece kaç."

  Başımı olumsuzca sallıyorum. "Artık kaçmak istemiyorum." Korkuyla bakıyor bana. Bir şey demiyor, sanki diyemiyor. Gözlerim bedenine kayınca yaralarını görüyorum. Elimdeki kanın da ona ait olduğunu fark ediyorum. Hızla ona doğru ilerliyorum. O ise kanlı elini bana doğru uzatıyor ve durmamı işaret ediyor. "Kaç!"

  Gözlerimi gözlerinden ayıramıyorum. O anda kırmızı gözlerin sahibine bir ok saplanıyor. Ayaklarım ona gitmek için atılırken hiçliğin ortasına düşüyorum ve onu kaybediyorum.

∆∆∆

  Albina yatağından irkilerek uyandı. Terlemişti. Hızla ayağa kalktı ve koşarak çadırından dışarıya çıktı. Henüz sabah olmamıştı. Karanlık ve soğuktu. Kar kaplı zeminde çok ilerleyemeden durdu. Etrafına bakınıyordu ama ne aradığını bilmiyordu.

  Komutanlardan biri Albina'nın yanına geldi. "Bir şey mi oldu, efendim?"

  Rüyayı Rodrigo ona bir şey anlatmak istediği için görmüştü, bunu biliyordu. Yaralı hali aklına gelince irkildi. Başına bir şey gelmiş olduğuna emindi. Bu zihninde onun sesini duydugundan beri içini zaten kemiriyordu. Kalbine saplanan acının başka açıklaması olamazdı. Peki başına gelen kötü olayın kendisi ile bir bağlantısı var mıydı? Neden onu kaçması için uyarmıştı? Bu bilinmezliklerle ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Tek düşünebildiği zaten durumunun nasıl olduğuydu. Kendi gözleriyle iyi olduğunu görmek istiyordu.

  Rodrigo'ya karşı içinde öldüremediği bir bağ vardı. Hayatından atamıyordu onu bir türlü. Onu unutmaya ve hayatına Loras ile devam etmeye uğraşmıştı ama yapamıyordu. İçindeki bir şey onu durduruyordu. Yanlış yaptığını hissettiriyordu. Belki de birini unutmak için Loras'ı kullanmak ona doğru gelmiyordu.

  "Efendim?"

  Albina komutanın sesiyle kendine geldiğinde kaşlarını çattı ve konuyu değiştirdi. "Savaş için her şey hazır mıymış?"

  "Evet. Aldığımız haberlere göre gün doğumunda saldıracaklar."

  "Güzel. Herkesi topla biz de yola çıkıyoruz."

  "Efendim On Loras kesin talimat verdi. Burada kalmalıyız."

  "Loras burada değil. Emirleri ben veriyorum."

  "Üzgünüm ama emirleri sizden almıyorum."

  Albina kılıcını çekip komutana doğrulttu. "O zaman ben de emirleri benden alacak birini bulurum." Komutan dik duruşunu bozmuyordu. "Loras savaşı kazanırsa zaten korkulacak bir şey olmayacak, kazanamazsa kaybetmesini engellemek için yanında biz olacağız. Ben burada bir engel göremiyorum, Komutan. Kral Anton bu askerleri kamp yapmak için göndermedi. Oğlunun yanında olmadığınızı duyarsa seni öldüren ben olmam."

  Albina kılıcını geri çekip çadırına yöneldi. Tek başına gitmesi gerekiyorsa bile gidecekti. Planının işe yaradığını gözleriyle görmesi gerekiyordu. Üstüne kendisi için hazırlanmış zırhı giydi. Sarıya dönük saçlarını sıkıca bağladı. Boynundaki zinciri çekip kolyesini eline aldı ve okşadı. "Çok az kaldı, baba."

  Kolyesini tekrar zırhının içine koyduğunda eli zırhının üzerinde gezindi. Oldukça ağır olan zırhı taşımak zordu. Arkasını döndü ve büyük kürklü pelerinini omzuna attı. Dışarıya çıktığında bir köşede yatan Desire'ın yanına ilerledi. Gidecekti, kararlıydı. Ters giden bir şeyler vardı. Loras'ı savaşta yalnız bırakamazdı. Bu yola onunla çıkmıştı. Rodrigo kaçması için rüyalarına bile girse bu yola Loras ile çıkmıştı. Onsuz geri dönemezdi. Desire'a tam ulaşmak üzereyken biri kolunu kavradı. Albina kılıcını çekmek üzereyken Desire da ayaklanmıştı fakat gelen komutan olunca Albina ile birlikte Desire da sakinleşti.

  "Sen beni durduramazsın."

  "Biliyorum." Albina komutanın arkasında beliren orduyu görünce gerildi. Kolunu komutandan çekti ve karşılarında duruşunu bozmadan dikilmeye devam etti.

GİRİFT : YöneticilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin