XIV. KURTARMA GÖREVİ

771 67 74
                                    

"Biz katil değiliz. Eğer başka seçeneğimiz varsa, bir insanı öldürmeyiz."

Kürsüye oturmuş, dirseğini masaya dayamış, kara kara düşünüyordu. Gözü, günlerdir arkasında kim bilir kaç ceset olan, kirişleri kırılmaya yüz tutmuş kapıya takılmıştı. Ne kadar dayanacağı, bir muammaydı.

Ümitsizliği zihnine yakıştıramıyordu. Allah'ın evindeydi ve kendisini yalnız hissetmiyordu. Hayır, güçlü bir şekilde ayakta durmalıydı. Kapının arkasındakilere karşı duyduğu, içinde gittikçe büyüyen korkuyu yıkmalıydı.

Kararlılıkla doğruldu, mihrabın yanında duran kitaplığa gitti. Dolabın en üst rafında duran, beyaz ve buruşuk poşeti açtı. Elinde kalan tek yiyecek, dün yediği ekmekten ayırdığı küflü kısımlardı. Sıcak günlerde odasının kapısı kapanmasın diye koyduğu beş litrelik damacanadan birkaç bardaklık su kalmıştı. Kim bilir kaç aydır o su orada duruyordu, nereden doldurulduğunu hatırlamıyordu bile. Tadı epey kötüydü.

Ekmekle suyu önüne koyup ellerini açtı.

"Allah'ım, verdiğin nimetler için sana şükürler olsun. Sen, kullarına merhamet eyle. Bu illete kapılmalarına, acı çekmelerine izin verme. Hastalanmış insanlara tez zamanda şifa nasip eyle. Her şeyin en hayırlısını bilensin. Benim yanımda ol, yardım et. Beni..."

Cümlesini tamamlayamadı hıçkırıklarından. Secdeye dönüp diz çökmüş, ellerini açmış titreye titreye ağlıyordu. Devam etmeye çabaladı.

"Mücahit'i öldürdüğüm için beni affet. Kendimi korumak zorunda kaldım. Sen, beni benden daha iyi bilensin... Karısını ve çocuklarını koru Allah'ım."

Gözyaşlarını silip isteksizce ekmeğe uzandı. Rengi tamamen yeşile dönmüş, üzerindeki küfler pamuksu bir yapı oluşturmuştu.

Yemeğini yerken arkasından gelen gürültüden dolayı irkildi. Ayağa kalkıp arkasını döndü; kapının kirişle beraber devrildiğini ve camiye dolan cesetleri gördü.

***

Yemeğimizi yiyip abimin odasına geçtik. Abim, doktora tabancasını uzattı.

"Bugün bizi kanayan cesetler için uyarmasaydın burada olamazdık. Yanımızda durup cesurca mücadele ettin."

Başını eğdi.

"Üstüme düşeni yaptım sadece Faruk Bey. Silahtan ziyade, bana güvendiğiniz için teşekkür ederim. Bu güvene layık olmaya çalışacağım."

"Buna eminim..."

Kapı çaldı. Cansu, kapıyı açıp eşiğinde abimin işaretini bekliyordu. Elinde bir tepsi vardı.

"Buyur Cansu." dedi abim.

Yavaşça içeri süzülüp tepsiyi dolaştırdı. Yalnızca bir cam bardak vardı, diğerleri plastikti.

"Teknede çay vardı, demleyelim dedik. Bardakların kusuruna bakmayın, yeteri kadar cam bardak yoktu."

"Estağfurullah, ne kusuru... Elinize sağlık. Kendinize de ayırdınız değil mi?"

Çayları dağıttıktan sonra tepsiyi masaya bıraktı, abime bakarak konuşmaya devam etti.

"Evet Faruk abi. Bu arada, siz dışarıdayken binayı söylediğiniz şekilde düzenledik. Hastanedeki tüm sağlık ekipmanlarını ikinci kata, laboratuvarın karşısındaki odaya taşıdık. Silahları da oraya koyduk. Yalnız, büyük olanı çıkarmadık. Talimatını bilmiyorduk."

GECENİN KARANLIĞINDA: SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin