XVI. HAYAL KIRIKLIĞI

819 66 36
                                    

Benim ailemin tüm fertleri bu çatının altında...

... Benzin istasyonundan uzaklaşırken hepsinin yüzünde bir tutam hüzün, bir tutam endişe vardı.

"Yolumuz uzun. Burada beklememeliyiz. Kural hâlâ geçerli. Ben söylemedikçe arabadan inmiyorsunuz." dedi Zeki, direksiyonu çevirirken.

Elif, Yunus'un güvende olması için dua ediyordu. Arabanın içine ketum bir sessizlik çökmüştü.

***

Bir süredir farklı yolları deneyerek evlerine ulaşmaya çalışıyorlardı. Cesetler her taraftaydı, anayol kapalıydı.

Önüne uzanan yola bakıp çaresizlikle konuştu.

"Tek çaremiz bu yol, kemerlerinizi kontrol edin."

Eğer hızlı sürerse cesetleri ezip geçebileceğini düşünmüştü, başka şansları yoktu. Kızların pek umurunda değildi anlaşılan.

Vitesi artırıp gazı kökledi, önündeki cesetlere her çarpışında araba sarsılıyor, hasar alıyordu. Sitenin içine girip evinin önünde durdu.

"Arabada kalın, beni bekleyin."

"Tek başına tehlikeli olur, biz de gelelim."

Zeki, kararlı bir sesle reddetti Cansu'nun söylediklerini.

"Arabada kalın dedim. Cesetler buraya ulaşmadan gelirim."

Cansu'nun cevabını beklemeden hızla arabadan inip apartmana girdi. İkinci katın merdivenlerini çıktı, dairesinin önünde durdu. Cebinden çıkardığı anahtarı kilide soktu.

Kapıyı açmasıyla beraber burnuna dolan koku karşısında bileğinin arkasıyla burnunu kapattı. Salona girdi. Gördüğü manzara karşısında kendinden geçti.

Annesi ona yaklaşırken o, suratındaki ifadesizlikle annesine bakıyordu. Cebinden bıçağını çıkarıp mesafeyi korumak için birkaç adım uzaklaştı. Bıçakla yapamayacaktı. Tüfeğini annesine doğrulttu. Tetiği çekmeye çalıştı, sanki gücü yetmiyordu. Titreyen dudaklarıyla bir şeyler söylemeye çalıştı.

"Anne, benim. Tanımadın mı? Zeki. Oğlun..."

Söyledikleri karşısında annesinin duraksayacağını düşündü, ama karşısındaki ceset, gözlerindeki ifadesizlikle hırlayıp üstüne gelmeye devam ediyordu. Tüfeği tutup ittirmeye çalıştı. Zeki, silahını annesinin kafasına doğrulttu.

"Bana bunu yaptırma anne, kendine gel. Tanımadın mı beni?"

Sözleri, karşısındaki için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Tetiğe bastı, cesedin parçalanan kafası odaya dağılmıştı. Kulağı çınlıyordu.

Elindeki tüfeği düşürdü, bulunduğu yere yığıldı. Hiçbir şey duymuyor, ayakta duramıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlara rağmen yüzündeki ifadesizlik bozulmamıştı. Kalbi parçalanıyor, kendisinden ve yaşamaktan nefret ediyordu ama bunu gösteremiyordu. Gözü, yerde duran kâğıt parçasına ilişti. Babasının bedeninin hemen yanındaydı.

Okurken gözyaşları kâğıda damlıyordu. Bir süre, ne yapacağına karar veremedi. Ablası hayatta olabilirdi, yazlıkta tek başına kalıyordu belki de. Yaşadığı acıyı kimsenin öğrenmesine izin veremezdi, özellikle de ablasının.

Annesinin ayaklarından tutup yatak odasına sürükledi, gözündeki yaşları sildi. Cansular silah sesini duyduktan sonra buraya gelebilirdi, onu bu halde görmemeleri gerekiyordu. Salona girip babasını da annesinin yanına taşıdı. Dolabı açıp içinden bir yorgan aldı ve üstlerini örttü.

GECENİN KARANLIĞINDA: SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin