İlk Renk.

10.3K 1K 271
                                    

Çalınmış hayatlarım var. Hayatlarımın ortasında ağlayan bir kız var. Toprağından koparılmış bir acım, yanlış saksıda olduğu için daha da kanayan bir sancım var. Ama tüm bunlara rağmen hâlâ hayatta olmamın bir nedeni olmalı diye kendime hatırlatıyorum. Belki de bu zamana kadar gelmemin nedeni şuydu; hayatın başka bir penceresi vardı, pencere tadilattaydı. Ve benim o pencereye erişmem zaman almıştı. Şimdi gözlerim ilk defa bahçesi rengarenk olan pencerenin dibinde.

Boran'ın kolumu tutuşu o kadar nazik ki göz yaşlarım belki de bu yüzden durmuyor. Şiddetin yüzüme, bedenime, ruhumu hatta zihnime olan ziyaretleri hep ani olurken bu adamın beni bu denli nazikçe tutması gücüme gidiyor. Kafamda hep aynı şarkı çalıyor. Nasıl, nasıl, nasıl...

Arabaya gidene dek kolumdaki eli yerini sabitliyor. Sonra bir arabanın önünde durduğumuzda parmakları çekiliyor, kapıyı bana açıyor. İçeri girip otururken ufak hıçkırığımı duymamış olsun diye dua ediyorum. Ama zaten duyduysa da arabaya bindiğinde ses etmiyor bana.

Küçük bir arabanın içinde o ve ben.

Küçük dünyamın içinde sadece o ve ben.

Kalbim öyle deli bir ağrıyla kucaklaşıyor ki...

Koltuğun üzerinde büzüşüp, küçücük kalmayı diliyorum. Orada saatlerce ağlayayım, gözlerimin yaşlarını kurutayım ve Eşref Koçak'ın karşısında bir daha ağlamayayım istiyorum.

Karşıya doğru bakarken koluma dokunan eli bir anda sıçramama neden oluyor.

"Özür dilerim," diyor hemen. "Yaraya bakmak için..."

Devamını getirmiyor, ben de ellerimi kaldırıp onu susturuyorum istemsizce. İçimden binlerce özür cümlesi sıralamak geliyor. Sanki ben böyle yaptım diye beni kovacağını düşünüyorum.

Arkaya doğru eğiliyor. Boynunu döndürüp bedeninin yarısını da arka tarafa eğiyor. O esnada boynunun bitişiğindeki küçük ufacık lekede asılı kalıyorum. O lekenin oraya yakışmasıyla ilgili şeyler düşünüyor ve telaşa kapılıp hemen gözlerimi yumuyorum.

Tekrar önüne döndüğünde elinde bir ilkyardım çantası tutuyor. "Kendin de yapabilirsin," diyor. "Eğer izin verirsen ben de yapabilirim. Bu sefer biraz fazla kanamış."

Dudaklarıma hiçbir kelime yakışmaz. Hiçbir onay cümlesi yetmez. Hatta ben öyle yetmem ki, anlam verilemez.

Elbisemin kolunu yavaşça omzumdan sıyırıyorum. Lastikli olduğu için kolu aşağıya doğru rahatça çekiyor, omzumla kolumu çıplak bırakıyorum.

Pancara dönüyor suratım. Sanki büyük bir günah işledim. Sanki büyük bir yükü omuzladım. Yanlış yaptım. Birinin koynuna girdim. Birini ayarttım. Limon Mahallesi zihnimde konuşup konuşup beni işaret ediyorlar.

Boran çantayı açıyor. İçinden tentürdiyot çıkarıp küçük pamuklardan birinin üzerine döküyor. Zarif parmakları dikkatimi hak edecek kadar mühim bir meseleymiş gibi geliyor.

"Yakar ama çok değil," derken fısıldıyor. "Üflememi ister misin?"

Kaskatı başım hayır anlamında sallanıyor.

Bu zamana kadar kimse yaramı üflemedi, bundan sonra üflese de kâr etmez diyemiyorum.

Pamuğu koluma sürüyor. Dediği gibi yakıyor ama acımıyor. Hafiften dişlerimi sıkıştırıp yanağımın içini ısırıyorum. Gözlerimdeki yaşlar yavaş yavaş kuruyor, tenim hafif hafif iyileşiyor. Bir anda şifaya mı erdim?

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin