Gül Goncası.

10.5K 1K 414
                                    

Çok büyük bir felaketin ortasında evim. O evin pencereleri perdelerle örtülü. Ben o evde oturan bir kadınım. Ama kadın olduğumdan dahi utandırılanım. Zamanın birinde, o evin perdelerini açıyorum. Yetmiyor, felaket dışarıdayken camları aralıyorum. Sonra felaketin ortasına atlıyorum.

Ben toprağımda baş gösteriyorum. Bir felaketin ortasında açıyorum. Gonca veriyorum. Bunca zamanı bilerek boşa geçirmiş gibi tam da şu anı, 'an' belliyorum.

Felakete pencerelerimi kapamıyorum. Aksine felaketten beslenir gibi daha da dikleşiyor, daha da meydan okuyorum. Gözlerim kapalı. Bir adamın kucağında taşınıyorum. Dünyanın en büyük meydan okuması bu benim için, biliyorum. Ardımda babamı bırakmak, benim yapabileceğim en büyük devrim. Benim devrimlerimin toprağının altında hep babam var. Dudağımdan akan kan beni onaylıyor. Kemiklerim sızlıyor. Ama devrimler acıyla beslenir diyorum.

"Biliyorum Reyhan, gözleri kapalı. Hastaneye getirmemi istemeyebilir...Evet tamam...İstemediği bir şeyi yapamam. İyi değil diyorum sana." Susuyor. Hafif bir mırıldanış ya da bir küfür. Ayrımına varamıyorum.

Sesi uzaktan geliyor. Ama kokusu da bunu inkar edecek kadar yakından alınıyor. Ben ilk defa canım acır diye yavaş yavaş aldığım solukları bir anda almak istiyorum. Tüm soluklarımı çekeyim, sürekli nefes alıp kokusunu soluyayım istiyorum. Önemsenme hissi, özgürlükle iç içe geçtiğinde insan nasıl da kendinde olmuyor. Utanç o an kapıda kalmış bir satıcıya benziyor. Kapalı kapılar ardında insan sadece kendisiyle baş başa kalıyor.

"Reyhan...Şimdi değil. Kötü. Çok kötü görünüyor." Boran derin bir nefes çekiyor içine. Seslice. Ona bakmak ve bencilce benim için endişelenen yüzünü izlemek istiyorum. Ama takatim yok.

"Tamam," diyor bu sefer. "Onunla ilgileneceğim. Çıktığın gibi gel. Gecikme."

Sesi kesiliyor. Sıcak dokunuşu alnımı süpürüyor. "Gül," diyor. Ama bana seslenmiyor, kendi kendisine mırıldanıyor. "Neler yaptılar böyle sana?"

Sessiz bir soru.

Yanıtlar çok gürültülü.

Ama ben çok yorgunum.

Gözlerimi kapatıyorum.

*

Zamanın ağır boşluğu içimde. Ben o boşluktan düşmeden evvel uyanıyorum. Ama boşluğu içimde taşımaya devam ediyorum. Pes mi etmiyorum, kadere mi boyun eğiyorum tartışmaya açık. Fakat tam düşecekken gözlerim aralanıyor.

Boş bir tavana bakıyorum. Yumuşak, çok yumuşak bir yerde uzanıyorum. O kadar yumuşak ki, Leyla ile beraber uyuduğumuz döşeklere hiç benzemiyor. Pamuk tarlasındaymış gibi hissettiriyor.

"Tansiyonun normal." Yumuşak bir kadın sesi yükseldiği vakit, tarladan koparılmış gibi sıçrıyor ve kadına dönüyorum. Damarımdaki özgürlük diye bağıran kan, artık yok. Korkak kalbim, yerinde. Açılmış güllerden eser yok. Toprağının altına saklanmış tohumlar bile yok. Devrimim bu sefer çok sessiz.

"Kıpırdama kıpırdama. Yaraların daha yeni sarıldı...Allah'ım, insanlığa sığar mı bu?"

Giydiği beyaz takım, bana hemşireleri andırıyor. Bakışlarının berraklığı da Boran'ı. Kısa dalgalı saçları, yanık teni ve güzelliği aynı ağlama isteğini uyandırıyor bende. Karşımda bir ayna olsaydı eğer önce kendi halime ağlardım ama, biliyorum.

"Tabii uyandığın ilk anda tanımadığın birini görüyorsun. Sen de haklısın." Duraksıyor ve kafasını arkaya çeviriyor. "Boran!"

İsmini duyunca daha da kaskatı kesiliyorum. Korkuyor muyum? Belki de sadece ilk defa savunmasızım. Yattığım yerde ne yapacağımı bilemeyerek doğrulmaya çalışıyor ama hareket ettiğim vakit de sızlayan yaralarım sayesinde kendi kendime inliyorum.

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin