Cemre.

9.6K 928 235
                                    

Daha önce kendimi sevmedim. Sevmeyi bilmemekten mi kaynaklıydı, emin değilim. Gözlerimi sevmedim. Daha kafamı kaldırmayı bile bilmiyordum. Gözlerimi sevmek ne haddimeydi? Dudaklarımı sevmedim. Tenimi. Bedenimi. Ellerimi. Parmaklarımı. Parmak uçlarımı. Ben kendime karşı tepeden tırnağa düşmandım. Bana ait olan ne varsa, hiçbiri sevgiye layık değilmiş gibi davranırdım. Ben kendime hep yenik, ben kendime hep kırgındım.

Ama hemen yanıbaşımda bir adam duruyor. Göz bebeklerinden kirpiklerinin uçlarına kadar sevilmeyi hak eden bir adam, yanımda duruyor. Yetmiyor, avuçları avuçlarımı kavrıyor. Benim tüm kırgınlığım, bu zamana dek yeteri kadar dikkat etmediğim avuçlarıma oluyor. Daha önce güneşin doğmadığından bahsediyordu zihnim, şimdi güneşin doğumuna şahit olmayı bırakmıştı; şimdi bir güneşi avucunda tutabilecek kadar cesur hissediyordu benim zihnim.

Cesaret, kaburgalarımın arasında sızlanıyor. Deviniyor, fark edilmek için seslice yutkunuyor. Titrek dudaklarımın arkasına iteklenen kelimelerin her biri bu zamana dek yuvalarını terk etmemiş olduklarından ötürü biraz gergin hissediyorlar. Dilimin ucunda söylenmemiş tüm cümleler var. Onlar hep ayıp bellenirdi. Yadırganırdı. Çünkü kadın, olabildiğince az konuşmalıydı.

Ama saatlerce konuşmak geliyor içimden.

Bir türlü susmak istemiyorum.

Dönüş yolunda ikimizin de dudaklarına vurulan mühür kalıcılığını sürdürüyor. Boran bana sadece bu akşam ne yemek istediğimi soruyor. Ben de ona aç olmadığımı söylüyorum. Kısa bir bakışma geçiyor aramızda. Dağlar, bayırlar o bakışma esnasında üzerime yıkılıyor. Karnımın içi harp meydanından farksız bir halde kıpırdanıyor.

"Yarın eve uğramak istiyorum." Kelimeleri bir anda ortalığa saçmak, o an en mantıklı şeymiş gibi geliyor.

Arabayı evin önüne park ederken sadece birkaç saniyeye tekabül eden o vakitte duraksıyor. Eli, koltuğun hemen arkasında hareketsizce kalıyor. "Bu konuyu tekrar konuşmak istiyorum," diyor arkasını kontrol ederken. "Eğer sen de izin verirsen."

Onun sesini duymaya can attığımı bir bilse, sormaya gerek duymaz böyle şeyleri.

"Olur." Boğazımı temizleyip araba durduğunda aşağıya iniyorum. Garip geliyor ve garip olduğunun her fırsatta farkına daha fazla varıyorum. Buradayım, onunlayım. Arkamda bıraktığım doğrular, şu anki yanlışlarımdan farksız geliyor artık. Burada onunla olmanın aykırı olmayı gerektirecek hiçbir şeyi yok. Burada, kadın olmanın suçlu bulunacak hiçbir tarafı yok. Belki de aidiyet dedikleri şey buradan geliyor. Tıpkı yıllardır yaşadığımı yeri bir türlü ev kabul edemiyor olmama rağmen buraya gelmenin güvenli hissettirmesi gibi.

Ben küçükken Leyla'yı hep çaldığım o kapı olarak düşünürdüm. Annem ve babam bana asla açılmayan kapılar olmasına rağmen Leyla hep açık bir vaziyette beklerdi. Ben, hep dönecek bir yerim olduğunu bilirdim. Ama zaman acımasızdı. Ben de yerine göre çok şefkatliydim.

Leyla'nın kapısı yıkıldığı vakit sadece eşikte beklemiştim.

Şimdi başka bir kapının önünde duruyordum.

Boran, anahtarı deliğe yerleştirip kapıyı açtığında irkilerek içeri giriyorum. Zihnimdeki hayalet kapılar, aniden büyük bir gürültüyle çarpıveriyor. Eskisi kadar korkmuyor olmak, yeni bir korku edinmemi sağlıyor.

Girişteki düğmeye basarak içeriyi aydınlatıyor Boran. Anahtarları vestiyere bırakıyor, elini ensesine atarak saçlarını dağıtıyor. "Yemekten önce banyo yapmak ister misin?" diye soruyor. "Çekinmeni gerektirecek bir şey olmadığını bil istiyorum. Burada, istediğin kadar, istediğin zaman ve ne istersen." Güzel kaşlarını hafifçe kaldırıyor. "Tamam?"

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin