deprem.

8.5K 879 483
                                    

Kaldırımlar hep mi soğuk olur yoksa avuçlarım kaldırıma sürtündüğü vakit sıcak kanın tenimi yakması yüzünden mi böyle geliyor? Ayrıma varmakta zorlanıyorum ama Yılmaz bana yardım ediyor, yanağımda sürünüyor kaldırıma. Kaldırımlar hep soğuk olurmuş, o zaman anlıyorum. Koskoca üniversitenin bahçesinde anlıyorum bunu. Çevreme toplanan insanlara bakarak anlıyorum.

"Ulan...lan seni..." Yılmaz hırsla bağırıyor ama söylemek istediği kelimeler bir türlü eline ulaşmıyor. Hırsla küfürler ediyor. Yetmiyor. Kolumdan hınçla tutuyor. Kimse karışmıyor. Herkes izliyor. Bir film oynuyor sanki. Dünyamı devirdiğim sahnede herkes nefesini tutmuş ama kimse nedenini sormamış, öğrenmekten korkmuşlar belki de.

Uğultular yayılıyor etraftan. Bu uğultulara sebep olan Yılmaz'ın beni yerde sürüklemesi mi oluyor? İnsanlar harekete geçmek için neden aktif bir saldırıya ihtiyaç duyuyorlar? Yanağımı sıyıran kan ağzıma giriyor.

"Birader, dursana!"

"Lan bırak!"

"Manyak mısın kardeşim kızı öldürecek misin?"

"Onun hak ettiği daha beteri ulan! Ailemizin yüz karası! Katil!"

Kelimeler yan yana geliyor, hiçbir anlam ifade etmiyorlar. Kelimeler biz insanlar gibi beraber olunca anlamlı olmuyorlar. Nitekim saldırısını açıklaması da o an hiçbir şey ifade etmiyor. Babamdan bahsediyor. Ölümden. Sanki küçüklük rüyalarımı diline dolamış gibi, bir babadan bahsediyor; benim babamdan. Onun öldüğünü söylüyor. Benim babam hiç ölmeyecek diyemiyorum ki.

"O toprağa bir amcam mı girecek sanıyorsun şimdi sen? Seni diri diri gömeceğim oraya!"

Hiç ses etmiyorum.

Kimse gelip elimi tutmuyor. Duymak istiyorum, bir ses duymak istiyorum. Beni bu andan çekip çıkaracak, hiç güneş almayan odada beraber paylaştığımız o ana ışınlayacak bir ses istiyorum. Kadife sesi yanağımı okşasa, yamağımdan akan kan çiçek açacak gibi geliyor.

Bir tekme tam sağ bacağıma çarptığı esnada Yılmaz'ı çekiştiriyor birileri. Birkaç öğrenci. Aktif saldırıyı kabullenemeyecek kadar onurlular, belli.

"Bırakın lan!"

"Güvenliği çağırdınız mı?"

"Abicim sakin ol sakin!"

Çok uğultu var. O kadar çok uğultu var ki ağlamak istiyorum. Ben güneş almayan odada sessizlik içinde bir adamı sevmek istediğimi işte o an net bir şekilde fark ediyorum. Sonsuza dek kelimelere ve güneşe ihtiyaç duymadan bir adamı sevebileceğimi biliyorum.

Etraftaki koşuşturmaca artıyor. Birileri güvenliğin geldiğini söylüyor. Yılmaz'ın cebinden sarkan büyük bıçağı o an kimse görmüyor. Gözlerim parlak metalden ayrılmıyor. Çok kısa bir an Yılmaz ile göz göze geliyoruz. Bakışlarımın takıldığı yere bakıp pis bir şekilde gülüyor. Dudakları kıpırdıyor. Ecel diyor. Ecel.

Nefesimi araştırıp bir türlü bulamıyorum. Belki de Yılmaz benim nefesimi alıp kendi kelimelerine can ediyor. Ecele. Benim ecelime. O an fiziki hiçbir acı umrumda olmuyor. Yılmaz'ın gözünde gördüklerim ruhumu bin parçaya ayırıyor. Kelimeler hala kulaklarımda ama asla net değiller. Baba, ölüm, ecel.

"Gül!"

İşte güzel sevgilimin sesi duyuluyor o esnada. Alnına düşmüş tatlı buklesiyle tezat bir öfkenin izi var yüzünde. Koşuyor. Yanıma koşuyor. Etrafa kim var kim yok umursamıyor. Dünya ne garip yer, hiç güneş almayan odamız bir anda bir bahçenin orta yerine taşınıyor.

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin