Kırağı.

9.1K 880 237
                                    

Mutlu olduğum zamanlarda baharı parmak uçlarımda taşıdığım düşünürüm. Sanki çiçekler avuçlarımın içinde can bulacakmış gibi, parmak uçlarımdaki bahar onlara ömrünü verecekmiş gibi hissederim. Parmaklarımın ucundaki bir mevsim, solan tüm çiçeklere tekrar hayat verir belki. Bazen hiç de imkansız durmuyor. Aylar geçiyor, mevsimler gidiyor. Çiçekler soluyor. Çiçekler kopuyor. Ama bir gün, topraktan başlarını çıkarabiliyorlar. Değil mi?

Fakat şimdi bu bulutlu gökyüzünün altında biliyorum ki benim parmak uçlarım sadece zemheri bir kışı ağırlayabilir. Umutsuzluk göğsümün ortasına, toprağın üstüne düşen bir çığ. Değil çiçek, benim avuçlarımda hiçbir toprak barınamaz. Nasıl barınsın ki? Ben daha kendi toprağına sahip çıkamazken avuçlarımda nasıl bir toprağı, bir çiçeği ağırlayabilirim ki?

Kendimi hiç olmadığım kadar gülünç hissediyorum. Nasıl da inanmışım kendime, nasıl da inanmışım gücüme. Başımı kaldırıp bulutlu göğe bakıyorum. Ben zamansız bir mevsimin hatasından başka bir şey değilim, biliyorum. Mevsimlere, bulutlara, topraklara, her şeye kırgınca bakıyorum. Ömürler boyu ağlasam, bu kırgınlığı yitirmeyecek gibiyim, biliyorum.

Babamın gözlerinin içine bakıyorum. Gülen yüzüne. Çığ büyüdükçe büyüyor. Odadan çıkıyorum. Onun gözlerinin içine bakmak, istemediğim duyguları kaynatıyor içimde. Ona karşı duyduğum bu hisse gün geçtikçe nefretten daha öte bir adı layık görmek kendimden utanmama sebep oluyor. Annem zihnimde bağırıyor. Hep aynı cümleler dönüyor. Atan o senin atan! Baban! Sus!

Odadan çıktığımda kapının hemen eşiğinde annemin yanında oturan Yusuf'u görüyorum. Elleriyle gözlerini siliyor. Boran onların hemen karşısında. Gözleri güzel Yusuf'umda. Annemin düşman bakışlarına aldırmadan bakıyor ona. Her an kalkıp onu götürecekmiş gibi bekliyor. Kalbim, ağırlaşıyor. O bakışların odağında gördüğüm küçük kardeşimden mi yoksa hayatım boyunca üzerimde olmasını istediğim gözlerden dolayı mı böyle duygulanıyorum?

İtiraf etmek eskisi kadar güç gelmiyor. O gözlerin karşısında, asıl o gözlerin karşısında ömürler boyu ağlamak istiyorum.

"Gül?" Sonra sesini duyuyorum. Fikrimi değiştiriyorum. Bu gözler karşısında, asırlar boyu ağlamak istiyorum.

Boran yanıma gelip kolumu tutuyor nazikçe. Tenim kırgınca iç çekiyor. "Durum ne?"

Gözlerimi ona çeviriyorum. Kelimelerle aram hiç iyi olmadı ama bakışlarım ilk defa roman yazabilecek kadar kelime biliyormuş gibi hissediyorum. Ona bakıyorum, gözlerimi dikiyorum gözlerine. İçimdeki tüm fırtınayı birinin görmesini ilk defa bu kadar çok isteyerek bakıyorum ona.

Elini yanağıma yerleştirip tenimi okşuyor.

Fırtına orada bir yerde, usulca başlıyor.

Boran'ın gözleri, koskoca bir fırtınaya şemsiye olabilecek kadar güzel bakıyor.

Belki de o an yanılıyorum. Boran'ın gözleri o fırtınanın çıktığı bir göğü andırıyor. Ama ben, göremiyorum.

Gözlerimi gözlerinden kaçırıp tuttuğu koluma bakıyorum. "Yusuf'la konuşacağım." diyorum. "Eğer kabul ederse onu da..."

"Haydi," diyor sözümü bitirmeme müsaade etmeden. "Konuş sen. Sonra eğer isterse onu da alıp gideriz."

Minnet içimde patlayan havai fişekler gibi.

"Yusuf," diye sesleniyorum. Sonra birkaç adımda onun yanına ulaşıp önünde diz çöküyorum. Saçlarını ellerime okşuyor, geriye itiyorum. "Her şey yolunda." diyorum. Parmaklarım gözlerine gidip yaşları siliyor. "Hallettim ben. Ağlama. Geleceğim hem yanına. Döneceğim eve de, tamam mı? Sen...sen gelmek ister misin? Bir süre-"

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin