Su.

10.1K 1K 398
                                    

Ömür pamuk ipliğine bağlıdır. Benim ipiliğim defalarca koptu, üstüne düğüm atıp yeniden devam ettim. Ama yavaş yavaş ipim görünmemeye başlıyor. Ya ben ölüyorum, ya da hayat bitiyor.

Aynanın karşısında oturuyorum. Saçlarımı tarıyor, sonra da yarım bir örgü yapıp bırakıyorum. Üzerimde uzun, siyah bir etek var. Ucunda çok küçük bir yırtmacı var, babam kızar mı diye düşünüyorum ama bu etekle kendimi güzel hissediyorum. Sevilmeye değer. İnsana bir etek mi yapar bunu yoksa bir zamandan sonra sevilmeye duyulan ihtiyacın verdiği ağırlık, böyle basit nesnelerden mi medet umar?

Saçlarımı bitirip ayağa kalkıyorum. Kapım açılıyor o esnada. Yusuf geliyor içeriye. O içeri girdiği an nefesimi tutuyorum. Parelere ayrılıyorum. Dudağındaki kana bakıp hemen yerimden fırlıyorum.

"Ne oldu?" diye soruyorum hemen. Bir yandan da ağzını açıp dişlerini kontrol ediyorum. "Düştün mü?"

Babamın Yusuf'u dövmesine imkan vermiyorum. Tek oğlunu dövmez o. Acısını hep kızlarından çıkarır, bildiği tek yol budur.

Ama Yusuf başını salıyor. Elinin tersiyle dudağını siliyor. "Babam yaptı." diyor. Başka bir açıklama yapmaya gerek duymuyor. Çünkü bu yeterli. Hep yeterli oldu.

Bir süre birbirimize bakarak susuyoruz. Ama o esnada binlerce defa ağlıyor, binlerce defa da bağırıyoruz. Neden böyle olduları köşeye bırakıp ağıtlar yakıyoruz. Ama sessizliğimiz her şeyin üstünü örtmeye yetecek kadar geniş bir alanı kaplıyor. Alışmak bazen çok acıtıyor.

"Haydi gidelim." diyorum. Olanların ardından devam etmekten başka bir çare hiç olmadığını biliyorum, biliyoruz.

Çantamı omzuma asıp odadan çıkıyorum. Babam masada oturuyor, çıktığım anda gözleri bana dönüyor. Kahvaltısında bir kuş sütü eksik. Annem kenarda. Takdir edilmeyi bekliyor. Ağlamak istiyorum.

"Gül," diyor babam. "Gel bakayım şöyle."

Bir iki adımdan fazlasını atmadan yanına varıyorum. Damarlarımda gezinen korku, neyin geleceğini bilmediğinden tetikte bekliyor.

"Dün Yılmaz'la konuştuk." diyor. İsmi midemi bulandırıyor. Nefesimi tutup avucumu sıkıyorum. Tırnaklarımı tenimin içine geçiriyorum. Kanım daha da hızlanıyor. "Senle görüşmek istiyor. Akşam gelecek, haberin olsun. Düzgün davran."

"Ne diye görüşmek istiyor?" Parmaklarım neredeyse kırılacak. Yüreğime devrilmiş acının altından bağıran kalbimin haliyse perperişan.

Babam homurdanıyor. "Napacan?" diyor. "Hava kararmadan gel."

"Baba," diyorum. Ama kelime dudaklarımda pas tadı bırakıyor. Nasıl da vasıfsız bir kelime bu. "İstemiyorum. Gelmesin. Biliyorum ben onun niyetini."

Çatal, sertçe tabağa devriliyor. Öfkesinin milim milim ilerleyişine tanık oluyorum. Zihninde devrilmiş bir sandığın sesi göğsümde yankılanıyor. Bir adım geriye atıyorum. "Kafa mı tutuyorsun?" Bakışları bana dönmüyor ama çay bardağını avucunda sıkıyor. "Görüşeceksin diyorum. Sormuyorum."

Gözlerim susmamı söyleyen anneme, bağırmam için neredeyse ağlayacak olan Yusuf'a kayıyor. Dudağındaki kurumuş kana bakıyorum. Damarlarımdaki kan daha da kızışıyor.

"İstemiyorum baba." Nefesleniyorum. "Görüşmek istemiyorum."

Eşref Koçak, aniden sandalyesinden fırlıyor saliseleri deviriyor ve elini saçlarıma daldırıp çekiştiriyor. Örgümün ucundan tutuyor, döndürüyor. "Ne dedin lan?" derken bağırıyor. "Kime kafa tutuyo'n!"

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin