Tutun-mak.

9K 837 450
                                    

Kelimeler, ne zaman lazım olsalar kolay kolay dışarı çıkmıyorlar. Zihin, ne zaman sahneye çıkıp yönetmenliği devralması gerektiğini bilmiyor. Bilincim bir türlü anda kalması gerektiğine inanmıyor. Kayıp giden bir akşam, hemen avuçlarımda söndürüyor güneşi. Kanın aktığı, dudaklarımın hıçkırıkla çalkalandığı bir akşam, avuçlarımın içinde küllerini bırakıyor. Zihnimde kocaman bir yarık açılıyor. Öyle büyük ki, o yarığa dünyaları sığdırabilmek mümkün. O zihin boşluğu öyle belirgin ki, bu zamana kadar hissettiğim tüm noksanlıklar orayı toplanma meydanı bellemişler gibi.

Her şey ağır çekimde gerçekleşirken gözlerim babamdan bir türlü ayrılmıyor. Yerdeki görüntüsüne bakıp başımı kaldırıyorum. Yusuf, sanki babam ayağa kalkar da ona bağırır diye hızla ıslak gözlerini silip duruyor. Bıçak ellerinde titriyor, Yusuf bıçağı bırakmıyor.

"Öldürecekti seni." Hıçkırıyor. "İzin veremezdim ki."

Ağzımı açamıyorum.

"Öldürecekti abla!" diye bağırıyor. "Döve döve öldürecekti!"

Yusuf kendi zihninde haklı. Hem de elindeki kanlı bıçağı bile masum kılacak kadar haklı. Boğazımı pareleyen o kıvılcım, buna tutunmaya çalışıyor. Ama kalbim, hala olanları bir yere yerleştiremiyor.

Olduğum yerden fırlıyorum.

Vitrinin içindeki kamerayı hızla almak için kapağını açıyorum. "Abla..." diye mırıldanıyor Yusuf. Daha sonra elimdeki kamerayı görüp daha da yükseliyor. "Abla!"

"Tamam," diyorum kendi kendime. "Tamam. Bir şey olmayacak. Tamam!"

Ama bir fırtına çoktan  baş gösteriyor. Kelimeleri alıp toprağından koparan bir fırtına, Eşref Koçak'ın kanını yağmur olarak kabul ediyor. Zaman karnımın içinde bükülüp zihnimin içine doğru kıvrılıyor. Dudaklarımdaki hürriyet caddeleri, çoktan prangaları bileklerine geçirmeyi kabul etmiş bir halde baş sallıyorlar. Özgürlük, eskisinden daha da uzakta kalıyor.

"Ambulansı ara," diyorum. Nasıl bu kadar sakin konuşabiliyorum? Belki de babamın saniyeler içinde ölmesi ihtimali, her şeyden daha çok rahatlatıyor beni. Fakat sonra Yusuf'un titreyen bedeni, zamanın bükemediği tek şey oluyor. Bedeni öyle çok titriyor ki elindeki bıçağın yere düşmesi an meselesi. "Yusuf!" diyorum. "Yusuf! Bana bak. Yok bir şey. Olmayacak ablacım. Tamam mı? Olmayacak Yusuf! Ara ambulansı ara!"

Sadece iki saniye içinde ambulansın buraya gelmesinin ne gibi bir curcunaya yol açacağını idrak edebiliyorum. "Hayır," diyorum anında. Az önceki kelimelerin dilimi terk etmesi üzerinden bir salise geçmiş olmalı. "Hayır arama. Dur. Yusuf bir şey bastır babamın karnına! Kan kaybetmesin. Ben...ben halledeceğim ablacım. Hadi bastır şunu..."

Cebimdeki fuları titreyen ellerimle Yusuf'a uzatıyorum. Boran'ın güzel fuları, birkaç saniye içinde babamın kanına bulanıyor.

Yusuf, bir yandan ağlıyor. Bir yandan bağırıyor. Eminim ki bir yandan da isyan ediyor. Babama olan nefreti yüzünden kendini suçluyor. Yusuf, eline bulanan kanın tazeliğinden ölesiye korkuyor. Benim küçük kardeşim, beni korumak için yaptığı bu şeyle nasıl baş edeceğini bilemiyor. Gözlerimi bir saniye bile onun üzerinden ayırmadan onu arıyorum. Onu buna bulaştırmak istemiyorum ama Yusuf için bunu yapmak zorundayım. Leyla'nın buraya gelmesi saatler sürer.

Sadece iki saniye içinde telefonu açıyor.

"Gül?" Kıvamlı ses, tonu Yusuf'un yanına çökmeme neden oluyor. Gözlerimi kapatmak istiyorum. Belki de bir rüya görüyorum. Onun sesi, yatıştırıyor beni. Ağlıyorum.  "İyi misin?" Ben ses vermeyince daha da yükseliyor. "Gül! Ses ver bana, güzelim.  İyi misin?"

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin