Güneşe dönen ilk çiçek.

9.5K 860 306
                                    

Bir gün, çok büyüyeceğim. Öyle çok büyüyeceğim ki zaman zihnimde ufak bir toz zerreceğine dönüşecek. Bir gün çok büyüyeceğim ve o zaman, acıyı hissetmeyeceğim. Ama o gün gelene dek yaşıyor mu olacağım yoksa toprağın altında mı olacağım, bilmiyorum. Belki de benim için yaşam bundan ibaretti. Toprağın altında olmaktan.

Biliyorum, yaşıyorum. On dokuz yıllık yaşamımda on dokuz kere öldüğümü düşündüysem de yaşıyorum. Nasıl olduğunu bir türlü ben de bilmiyorum. İnsanların aldıkları nefesle benimkini nasıl bir tutabildiğimi ben de bilmiyorum. Beklenilen yarınların verdiği umudu bilmiyorum mesela. Güneş doğduğunda bir şeylerin çaresine nasıl bakıyor insanlar? Tutundukları o yarınlar, hiç mi hayal kırıklığına uğratmıyor onları?

Sonra nasıl devam edebiliyorlar?

Yanımdaki adama bakıyorum. Güzel çehresine. Güneşin dokunduğu tenindeki lekelere. Sakallarına. Boynunun arkasındaki mürekkep izine. Alnına, ensesine dökülen buklelerine bakıyorum. Ve bir anda, ona baktığım hangi saniyede gerçekleştiğini bilmiyorum, Boran'ın uzun zamandır söylemeye çekindiğim o 'yarın' olduğunu fark ediyorum. Hep beklediğim, söylemeye çekindiğim, düşlemeye utandığım o 'yarın'. Ne zaman geleceğini bilmediğim o 'yarın'. İnsan istemediği zamanlar bile bekliyor o yarınları.

İşte yanı başımda.

Elimi uzatıp yanağına dokunmak istiyorum. Sakallarının üstünde parmağımı dolaştırsam, ilmek ilmek ellerime işlesem tenini diye düşünüyorum. Yarınları parmaklarımın ucuna mühürlemem mümkün mü?

"Bakma öyle." Boran kısa bir anlığına bakışlarını bana doğru çevirip tekrar önüne dönüyor.

Utanarak başımı çeviriyorum. Nasıl bakmayayım, diye sormaya ihtiyaç duymuyorum. İçimde gezinen har, bakışlarıma yansımıştır diye düşünüyorum.

Parmaklarımı birbirine bağlarken Boran hafifçe gülüyor. Sonra da aniden aklına bir şey gelmiş gibi gülüşü kederli bir iç çekmeye dönüşüyor. "Küçük ve güzel Gül." diyor. "Nasıl istersen öyle bak. Utanma bakışlarından."

O kederli iç çekiş bu sefer benim dudaklarımdan süzülüyor. Bu anın içinde ömür boyu dolaşmak istiyorum. Utancın yanaklarımı boyadığı o renkten gocunmadığım bu anı görmek istiyorum, her saniye.

Ben bir şey demeyince Boran tekrar konuşuyor. Benden bir karşılık bekleyerek mi konuşuyor yoksa sessizliğimle ne demek istediğimi o da biliyor mu?

Elbette biliyor.

"Seni bir yere götüreceğim," diyor. "Seveceğini düşünüyorum. Ama oraya gitmeden önce..."

Bir eli direksiyonu sararken öbürünü kaldırıp yüzünü bana dönmeden parmağını şakağıma dokunduruyor. "Burada bugün ne varsa sileceksin. Sadece bugün, Gül. Bugün senin günün."

Biz Leyla ile küçükken Çarşamba pazarı kuruldu Limon Mahallesi'ne. Babam sabah evden gidince biz de oraya giderdik. Leyla bana derdi ki, "bugün senin günün, Gül. Hadi seç bir şey de alalım."

Her defasında inatla gidip yiyecek bir şeyler alırdım. Sürekli pamuk şeker yememe kızardı Leyla. Bazen süt mısırı alır, eve gitmeden bitirirdim. "Niye başka bir şey almıyorsun?" diye sorardı Leyla. Hemen bitecek bir şey almama anlam veremezdi. Ben de derdim ki, "Eğer hep gözümün önünde kalacak bir şey görürsem, neden diğer günlerin de benim günüm olmadığını düşünüp üzülürüm."

Şimdi Boran'ın Leyla ile aynı olan cümlelerini duymak, kalbimi hem ağırlaştırıyor hem de tatlı bir sancıyla kıvrandırıyor. Dudaklarımın uçları titreye titreye kıvrılıyor.

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin