16

452 54 176
                                    

Yaşayan Ölü

Yabancı.

Yabancı bir koku, yabancı bir acı, yabancı bir his, yabancı bir bilinmezlik.

Gözlerim aydınlığa açılırken sızlıyordu, tıpkı göğüs kafesimin içinde bir kuş misali çırpınan his gibi. Bir sağa bir sola çarpıyor, değdiği her yeri eziyor ve kanatıyordu. İçim öyle büyük bir boşluktu ki onu durduracak da hiçbir şey kalmamıştı, kanatlarını çırpıyordu ve beni alt üst ediyordu.

Midemde garip bir bulantı, sol tarafımda hissettiğim batma dışında tamamen boştum. Sanki bir beden vardı elimde; içinden alabildiğim her şeyi almış, kabuğunun içine kıvrılıp yatmıştım. Öyle derin bir uyku halindeydim ki hissedemiyordum, uyuşmuş gibiydim.

Günlerdir yaptığım gibi rahat yatakta duruşumu düzelttim. Baş ucumda duran sudan bir yudum aldım ve tekrar uzandım. Yabancı koku burnumu sızlatıyordu, gözüm kendi odamı arıyordu. Daha da kötüsü gözüm, tanıdık birilerini arıyordu.

Sanki günler önce onlardan biri beni vurmamış gibi.

Hatırladığım an derin bir nefes aldıran anıyla birlikte yatağa biraz daha gömüldüm. Yorganı olabildiğince yüzümü kapatacak şekilde çekmiş, hiçbir şey görmezsem hiçbir şey de hissetmeyeceğime kendimi inandırmıştım. Çünkü acılar böyleydi, üstüne gittikçe daha da sızlar, odayı sana dar ederdi.

Ona kalmadan ben dar etmiştim, bu yataktan ve arada kullandığım lavabodan başka hiçbir yer yoktu. Acıya yer yoktu, acının bana yapabileceği hiçbir şeye müsaade etmeye de niyetim yoktu. Dardı işte bana dünya, bir yorganın altına sığmıştı. Nefesimi daraltıyordu, boğuyordu.

Acının hiçbir işi yoktu.

O zaman neden başımda bekliyordu?

Acımasız bir gardiyan gibi demir parmaklıklara şiddetle vuruyor, bedenimin korkuyla sarsılmasına neden oluyordu. Kulaklarımda tiz ve yüksek ses, gözlerimin önünde de bir tablo vardı. Karışmış renklerin arasından maviyi seçiyordum her seferinde, karanlıkla karışıp lacivertlemiş görüntüde gözlerim geziniyordu.

Boğulduğum deniz de aynıydı, baktığım gökyüzü de. Hepsi de zehir gibiydi, ben neye elimi atsam çürütüyor, kendime ihtişamlı bir kötü son yaratıyordum. Eli uğursuz derlerdi de mübalağa sanardım, bazı insanlar demek ki gerçekten böyle oluyordu.

Neyle savaşsa kaybediyordu, bazı hikayelerin kötü kahramanı o kadar güçlüydü ki, esas kahramanına bir satır bile kalmıyordu.

Hayatımı yeniden kurduğum günden itibaren yazdığım tüm hikayenin üstü tek seferde çizilmiş, altına da tanıdığım o imza atılmıştı. Yine kanlıydı, bu sefer akan kanın sahibi bendim.

Üstelik kalemi de sırtımı yasladığım dostumdu.

Ne garip bir duyguydu, bedenimde bir delik vardı ama ruhum sanki çok daha fazla sızlıyordu. Abimin gölgesine karşı güldüğüm tüm anlar içime batıyor, gözlerime kadar ulaşan batma hissi göz kapaklarımı kapatıyordu. Bitmiyordu, gözlerim kapanınca da onun omzunda ağladığım anlar aklıma geliyordu.

İhanet, yüzleşmesi zor bir duyguydu.

Çünkü insan kendine doğrultulan namluyu tutan ellere aşina olunca her şey daha zordu, daha aşılmaz ve daha imkansız. Koskocaman bir dağ yükseliyordu önümde, heybemde beni hayatta tutacak tek lokma kalmamıştı, ayaklarımda da derman bitmişti. Öylece bakıyordum tüm heybeti ile yükselen engele, sonra bir de kendime.

DİP: ACININ KRALLIĞI Where stories live. Discover now