II. Bölüm: Antik Mısır

8.1K 924 305
                                    


Gözlerimi açtığımda Jungkook'un büyük gözleriyle karşılaşmıştım. Sabahları beni böyle uyandırmayı huy edindiği için şaşırmamıştım ya da korkmamıştım.

''Ne yapıyorsun?''

Yerimden doğrulup yumruk yaptığım elimle gözlerimi ovaladım. Ellerimdeki kum tanecikleri beni rahatsız etmişti. Pantolonuma silip tekrar yüzüme getirdim ellerimi.

Bir dakika.

Kum tanecikleri?

''Bu da ne?''

İçinde bulunduğum durumu fark ettiğim an ayağa kalkıp etrafıma bakınmaya başlamıştım.

''Neredeyiz biz?''

Jungkook hala yerde oturuyordu. Neden bu kadar sakindi? Bu da bir şaka mıydı yoksa?

''Bilmiyorum. Uyandığımda burada buldum kendimi. Ve tabi seni de.''

Kilometrelerce uzaktan gözüken taştan yapılmış evlerden ve tepemizdeki, bizi kızartmak istermiş gibi parlayan güneşten Kore'de olmadığımızı anlamıştım. Ama neredeydik?

''Bu bir şakaysa-''

''Nasıl şaka olabilir? En son uyuyan kişi sendin.'' dedi bıkkınlıkla.

Haklıydı. Uyanık olmalıydım. Uyanık olmalı ve hem Jungkook'a hem de kendime sahip çıkmalıydım. Ama uyumuştum ve şimdi lanet olasıca bir çölün ortasındaydım.

''Nerede olduğumuzu biliyor musun bari?''

Ceketimi çıkartıp belime bağladım.

''Sanırım... Mısır'dayız.''

Etrafıma daha dikkatli bakmaya başladım. Sol tarafımızda çöle benzeyen, uzun bir kum yığını vardı. Sağ tarafımızda ise pek modern gözükmeyen bir yerleşim yeri. Mısır'da olabilirdik, bu pek mümkün değildi gerçi, ama Mısır böyle miydi? Yani demek istediğim Teknoloji Çağı'ndaydık ve etrafta tek bir araba bile yoktu. Tüm dünya gelişmişken Mısır, Antik Çağ'da kalmış olamazdı, değil mi?

''Gidip öğrenelim.''

Mırıldanarak Jungkook'un peşinden yürümeye başladım. Kent girişine büyük heykeller dikilmişti. Bu şey gibiydi... dükkanda gördüğümüz heykeller.

''Jimin! Bu Osiris!''

Pekala, Mısır hala geçmişine bağlıydı. Sonuçta biz de tarih dersi işleyip, tarihi kahramanlarımız için törenler düzenliyorduk.

''Bak, bu da Isis!''

Büyük heykelin karşısındaki heykeli gösterdi işaret parmağıyla.

Jungkook bir şeyler anlatmaya başlayarak yürümeye devam etti. Olayın ciddiyetini henüz kavrayamamıştım sanırım, çünkü çığlık atıp bayılmamıştım hala. Kore'de bir dükkanda uyuyup gözlerini Mısır'da açmış olmak kime mantıklı gelirdi?

''Acaba Atlantis Dönemin'de miyiz?''

''Atlantis mi?''

''Tanrı Nu'dan sonra Ra'nın başa geldiği dönem. Başlarda Ra, genç ve şehvetli bir tanrıymış. Altın Çağ'da barış sever bir yönetim sürmüş. Ama Atlantis'in son dönemlerinde çok fazla çatışma varmış, diğer Tanrılar Ra'nin güçsüzleştiğini anladığında ona karşı gelip isyan etmişler.''

''Eğer söylediğin gibi Ra, Tanrıların başıysa tüm bunlardan haberi olması gerekmez miydi?''

Jungkook'un gözlerinin içi parladı. Sanırım anlatmış olduğu şeyleri dinlemiyor olduğumu sanıyordu. Ya da hatırlamayacağımı.

''Evet! Elbette Ra'nın tüm bunlardan haberi vardı. Diğerleriyle görüşüp gözünü Hathor görünümündeki isyancılara çevirmişti.''

O kadar heyecanla anlatıyordu ki onu durdurup Hathor'un ne olduğunu sormaya cesaret edememiştim. Ve tabi yirmi birinci yüzyılda değil de başka bir dönemde olup olmadığımızı da.

''Her neyse, bu kadar yeter. Gidip etrafa bakacağım. Tapınakları bile görmedik daha!''

''Dur! Hikayeyi bitirmedin!''

Jungkook'un hızlı adımlarına yetişmek için koşmak zorunda kalmıştım.

''Hikaye mi? Etrafına bak, bunlar gerçek.''

''O zaman gerçeği bitirmedin?'' dedim alayla.

''Ra'nın gözünü yeryüzüne çevirmesi felaket gibi bir şeymiş herhalde. Daha sonra Tanrıçalardan biri, ismini hatırlayamıyorum, onu bir hayvana dönüştürerek gökyüzüne çıkartmış. Ve böylece yeni bir dönem başlamış.''

Tanrı'ların tanrısı Ra'nın bir hayvana dönüşmesi komikti ve gülmemek için dudağımı ısırmam gerekmişti. Jungkook'un böyle şeylere inanıyor olması saçmaydı... ve de komik?

''Hadi!''

Beni bileğimden çekerek yürümeye devam etti. Hava gerçekten sıcaktı ve tişörtüm terden sırılsıklam olmuş, üzerime yapışmıştı. Kore'de şu an hala yağmur yağıyor olmalıydı.

''Eve dönmek istiyorum.'' diye söylendim kendi kendime. Eve dönüp performans ödevini büyük bir özenle yapacaktım. Yemin ederim.

Çarşıya benzer yerden zar zor çıkmıştık. Etraf gerçekten kabalıktı. Ve insanların konuştuğu dili anlıyor olmam beni şaşırtmamıştı. Gün sonunda her şeye tek tek şaşıracaktım. Ama önce buraya nasıl geldiğimizi bulmamız gerekiyordu.

Jungkook sokak boyunca koşmaya başladığında insanların garip bakışlarını üzerine çekmişti. Kot pantolon giymiş, çekik gözlü bir çocuğun esmer, açık renkte elbiseler giyen insanların arasında dikkat çekiyor olması gayet normaldi.

''Yavaş ol.''

Sokak bitmiş, kentin dışına çıkmıştık. Tekrar sonu gözükmeyen bir kum yığınıyla karşılaşmayı bekliyordum ama karşımda büyük bir yapı vardı.

''Bu bir tapınak.'' dedi Jungkook, sanki ne düşünüyor olduğumu biliyormuş gibi.

''Tapınak mı?''

Sorumu cevapsız bırakarak merdivenleri çıkmaya başladı. Ve biz tapınağın kapısına geldiğimizde güneş batmak üzereydi. Bu devirde, bu Tanrılara tapıyor olsaydım sırf bu merdivenler yüzünden tapınağa gelmezdim.

''Merhaba?'' dedim sesimin yüksek çıkmamasına özen göstererek.

Jungkook'un dediği gibi, Antik Mısır'daysak eğer hangi Tanrı'ya ait olduğunu bile bilmediğimiz bir tapınakta yüksek sesle konuşup birilerini kızdırmak istemezdim.

''Kimse yok mu?''

Enseme çarpan nefesle bal mumu heykelleri gibi, olduğum yerde kalakalmıştım.

''Ben varım.''

Semi-Gods of Egypt - YoonminWhere stories live. Discover now