22. BÖLÜM

3K 267 38
                                    

"Enes Kılıç kaçıyor!" diyen istihbarat uzmanıyla bir an duraksadım.

"Yön belirt!" dedim sinirle.

"Köyün güneyi, kırmızı evden iki yüz metre kadar uzakta."

"Lan bu herif iki yüz metre koşana kadar senin aklın nerdeydi?!" diye bağırdım.

"Oğuz koş!" dedim ve derin bir nefes aldım. Bizim timde en hızlı Oğuz koşardı. Ben de şu anda yetişmeye çalışıyordum ama bacağım çok izin vermiyordu! Diğerleri kalan 20 kişilik grupla çatışmayı sürdürürken beni ve benden biraz ileride koşan Oğuz'u sanırım kimse korumuyordu.

"Yaralamak için izin istiyorum!" dedi Oğuz nefes nefese.

"Koşmaya devam et Oğuz. Arkandayım ben vuracağım!" dedim. Olduğum yerde durup sağ dizimin üzerine çöktüm ve nişan aldım. Gerilmenin etkisiyle bacağımdaki acı dayanılmaz bir hal alırken bağırmamak için dişlerimi sıktım. Olacak iş değildi, nasıl beni koşarken vurabilirlerdi hala aklım almıyordu!

Gözlerimi sıkıca açıp kapattıktan sonra derin bir nefes aldım ve namlunun ucundaki kişiden emin olup tetiğe bastım. Enes yüzüstü yere düşmüştü ama aynı anda olduğum yerdeki toprak onlarca merminin saplanmasıyla havlanırken hedef olduğumu anlayıp kendimi sağ tarafımdaki ağacın arkasına attım. Arkamdaki ağaç gövdesi gelen mermilerle parçalarıken Oğuz'un Enes'i yakasından tutup kayanın arkasına sürüklediğini gördüm.

"Enes Kılıç elimde." diyerek nefes nefese bilgi vermeye çalışan Oğuzla derin bir nefes alıp alnımdan akan terleri sildim. Asker olmak zordu zira sırtımızdaki 40 kiloluk operasyon çantaları, 10 kiloya yakın tüfekler, kalın üniformalara eklenen savunma yelekleri ki yelekler bile belli bir ağırlıktaydı ve Hakkari'nin ağustos sıcağı şu an hepimizi zorlarken biz hala görev bilincindeydik. Yaralanmış olmama rağmen koşmaya devam ediyor olmak da işin biraz şov kısmıydı hatta belki delilikti ama akıllı insan asker olamazdı. Her asker biraz deli olmalıydı bence.

"Bayılt onu. Elinden kaçırma." dedim. Görüş açımda değillerdi ama Oğuz beni onaylamıştı ve dediğimi yaptığını umuyordum.

"Ateş etmeyin! Ben kaldım bir tek!" dedi istihbarat uzmanı. Adı Yılmaz'dı ama kendisine isthihbaratçı demeye alışmıştım. Uzun zamandır tanıyordum onu ama adıyla çok nadir hitap ederdim.

"Hepsi ölü mü?" dedim.

"İki kişi yaralı." dedi Zafer.

"Neden?" dedim. Onlara ihtiyacımız yoktu ve gebertseler daha iyi olurdu.

"Anlaşıldı komutanım." dedi Eren. Ne demek istediğimi anlayıp gereken müdehaleyi yapacaktı. Kafalarına sıkacaktı. Etrafta sessizlik olurken biraz soluklandıktan sonra ağaçtan destek alarak ayağa kalktım ve Oğuz'un olduğu tarafa yürümeye başladım. Az önce diz çöktüğüm ve koştuğum için daha da açılan yaradan akan kanlar artık botumun içine dolmaya başlarken zorlanarak Oğuz'un yanına gidip kendimi kayanın yanına attım ve yere yattım. Zaten sıcak olan hava ve tozun etkisiyle susuzluk nefesimi keserken bir de kan kaybı süper olmuştu!

"Tazı gibi koşuyor piç." dedi Oğuz gülerek. Ben de güldüm. Enes de baygın bir şekilde yerde yatarken sol bacağındaki yaraya baktım. Bana verdiği hasarın aynısını, belki biraz fazlasını bacağına vermiştim ama daha göğsümdeki iki mermi izinin hesabı vardı. Enes Kılıç ölmek için dua eder duruma gelecekti.

"Ada bu ne hal?!" diyerek bağıran Oğuz'un bakışları daha yeni beni bulmuştu. Hemen yerinden kalkıp çantasını çıkarttı ve yaranın üzerine sardığım boyunluğumu çıkarttı.

"Eren çabuk yanımıza gel. Köyün güney tarafındaki en sonuncu evin o taraftayız!" dedi Oğuz sinirle bana bakarken.

"İyi misin Oğuz?" dedi Yiğit.

GÖREVWhere stories live. Discover now