DOKUZUNCU BÖLÜM

3.1K 416 136
                                    

✳✳✳

Merhabalar… Bölüme başlamadan önce sizi uyarmak istiyorum. Dokuzuncu ve onuncu bölümde Cyra bir rüyanın içerisinde. O yüzden “Ne alaka, nereden nereye gitti hikâye!” diye düşünmeyin. ☺

Keyifli okumalar…

✳✳✳

Her şeyin yalnızca gri ve tonlarından oluştuğu, soluk ve kasvetli bir ortamdaydım. Havada kesif, geniz yakan bir koku vardı. Uçuşan küllerden anladığım kadarıyla yakınımda bir yerlerde, bir şeyler yanıyordu. Adımlarımı dikkatle atmaya özen göstererek ilerlemeye devam ettim. Bir yandan da sürekli tetikteydim, gözüme çarpan bir şey olursa diye pür dikkat kesilmiştim.

Tek tük rastladığım ağaçların hepsi de eli baltalı bir psikopat tarafından budanmış gibi, cılız ve çürümeye yüz tutmuş bir hâldelerdi. Hâlâ nerede olduğumu idrak etmeye çalışırken, ansızın topraktan fışkırır gibi, önüme dar bir patika çıktı.

Açıkçası tereddütteydim. İlerlemeli miydim, yoksa durup beklemeli miydim, bunu çözmeye çalışıyordum. Bu tenha ve hayattan kopuk yerde hiçbir şey yapmadan durmanın pek akla uygun olmadığına kanaat getirdikten sonra, geldiğim yöne doğru bir bakış daha attım ve derin bir nefes alıp patika yolda yürümeye başladım.

Arada sırada, insanın içine dek işleyen ve unutulması mümkün olmayan sesler çalınıyordu kulağıma. Giderek daha da tehlikeli bir hâl almaya başlayan bu ıssız yerde ne aradığımı sordum kendime. Benim zorum neydi ki tek başıma dolanıp duruyordum bu çorak topraklarda?

Sonra çığlığı andıran bir ses duyuldu. Hemen olduğum yerde durdum ve etrafa dikkatle bakınmaya başladım. Ses çok uzak bir yerden gelmemişti, her kimse ve neredeyse, belki o da benim gibi bir başınaydı ve bundan korktuğu için bağırıyor olabilirdi.

Tenimi ürperten soğukla başa çıkabilmek için ellerimi kollarımın üzerinde gezdiriyordum, bir yandan da koşuyordum. O ses her kime aitse, onu bulmalıydım. Yan yana olursak, ikimiz de akıl sağlığımızı yitirmeden buradan kurtulmanın bir yolunu bulabilirdik.

Tıpkı geride bıraktıklarım gibi, tamamı ölmek üzere olan ağaçların çevrelediği bir kayranın ortasına çıktım. Bana en yakın olan çalılıkların arasından havalanan bir düzine kadar kuş, başımın üzerinde halkalar çizerek yükseldiler ve çirkin gaklamalarıyla birlikte uzaklaşıp kayboldular.

Korktuğumu zannetmiyordum ama inanılmaz derecede gerilmiştim. Biri bana şaka falan mı yapıyordu yoksa? Eğer öyleyse, bunun hiç de hoş bir şey olmadığını düşünüyordum. Kimsenin kimseye böyle bir şey yapmaya ve bu derece rahatsız hissettirmeye hakkı yoktu.

Az önceki çığlığın sahibi yeniden duyulur oldu. Bu kez acı acı bir şeyler mırıldanıyordu lâkin ona çok yaklaşmış olmalıydım, bu yüzden onun bir erkek olduğunu ayırt edebilmiştim.

Fikrimde yanılmamış olduğumu sadece birkaç saniye sonra anladım. Açıklığın hemen sol tarafında, orada olması mucize gibi görünen bir bodur ağacın gölgesinde bir adam vardı. Yere yatmıştı ve başını kalın köklerin üzerine doğru uzatmıştı.

Yaklaştığımı hissettiğinde çok az başını çevirdi ve benimle göz göze geldi.

Onu bir yerlerden tanıyordum. Yüzü hiç yabancı gelmiyordu. Kır saçları keçeleşmiş gibi, başının üzerine yapışıp kalmıştı.

“Yardım et,” diye biraz öncekinden daha yüksek bir sesle konuştu. Elini bana doğru uzatmıştı ve çektiği acı gözlerinden okunuyordu. “Ölüyorum. Yardım et. Buradan götür beni.”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin