ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

2.2K 348 81
                                    

Durup düşünecek tek bir saniye bile yoktu. O yeri göğü inleten, feryat figan bağıran kişiyi görebilmek için arkamı döndüm ve hızla koşmaya başladım. Kalabalığın içinde ilerlemek zor olmasına karşın, başka insanlara çarpma pahasına da olsa durmadım ve deli gibi etrafımda dönmeyi sürdürdüm.

“Cyra!” Jasen, ağabeyim, Deick ve Haileen bana doğru yaklaşırlarken gözlerim hâlâ o sesin sahibini arıyordu. “Bekle! Tek başına gidemezsin!”

Kulenin hemen arkasına düşen dairesel alana geldiğimde, diğerleri de bana yetişmişti. Üstelik orada bulunan insanlar da az önce neler yaşanmış olduğunu anlamak için etraflarına bakınıp duruyorlardı.

“Hiç kimse yok!” diye ağlamaklı bir sesle sızlandım. “Her kimse buharlaşıp uçmadı ya!”

“Eğer bir mutasyon tarafından ele geçirildiyse, uçup yok olması çok da imkânsız değil tatlı şey,” Deick keskin bakışlarını kuzeybatımıza doğru düşen alana doğru yöneltti. “Şu cam bahçenin orada diğer ekip var. Birbirimize çok yakınız, mutlaka sesi onlar da duymuş olmalı,” cebinden telefonu çıkarıp ekranı kaydırarak birkaç işlem yaptı ve sonrasında kulağına dayadı. “Bir sorayım bakayım onlar bir şey görmüşler mi?”

Deick’in hemen yanına gidip beklemeye başladım. Bir taraftan da gökyüzü dâhil her yönü izlemeye devam ediyordum. Kalabalık bize nazaran daha çabuk normal hâline dönmüştü, hatta bir rehber çoktan işine kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı bile. Az önce kapanan müzik müzesinden sonra istikametlerini gözlem kulesine doğru yöneltmişlerdi.

“Rhaon ve yanındakiler de bir şey bulamamışlar,” Deick telefonu kapatıp sıkıntıyla alnını kaşıdı. “Zaten saniyelik bir olaydı. Kimse ne olduğunu anlayamamış.”

“Yoksa biz de biraz fazla kuşkucu mu davranıyoruz?” diyen Haileen’a döndük hepimiz. “Yani, belki de bu konuyla tamamen alakasız bir şey sonucu, biri bağırmıştır, olamaz mı? Dikkat ettiyseniz burada çocuklar da var. Aralarından birkaç afacanın kendi aralarında tutuştuğu bir kavgaya denk gelmiş olabiliriz.”

Kaen başını iki yana salladı.

“Bağıran yetişkin biriydi, bundan kesinlikle eminim. Bir çocuğa ait olamayacak kadar kalın ve tok bir sesti.”

“Kaen doğru söylüyor,” dedim Haileen’a. “Ben de duydum, her kimse çocuk falan değildi. Ve çığlığının ardından ortalıktan kayboluverdi.”

Beşimiz de ne yapacağını bilmez bir edayla orada beklerken, geride bıraktığımız kalabalığın orada bir hareketlilik yaşanmaya başladı. İnsanlar âdeta birbirlerini ezme pahasına oluşturdukları kuyrukta öne geçmek için çabalıyorlardı.

Jasen elimden tuttuğu gibi geldiğimiz yöne doğru koşmaya başladı. Omzuyla bize geçebileceğimiz kadar yer açarken ağabeyim ve diğerleri de bize yetişmişti. Fısır fısır konuşanların arasından geçerken tıpkı bizim gibi hareket etmeye çalışan insanların ellerini ve kollarını sallamalarından dolayı bir – iki defa kaburgalarıma doğru sıkı darbeler almıştım. O anlarda nefesim kesilir gibi olmuş, gözlerim duyduğum acıyla yaşarmıştı ama bu beni durdurmaya yetmedi.

“Gördünüz mü?” bir adam yüksek sesle konuştu. “Onu gördünüz mü? Nereden geldiğine dikkat ettiniz mi?” Neredeyse Tasarımlar kadar uzun boylu olan adam işaret parmağıyla Space Needle’ın giriş kapısının hemen üstündeki cam, dairesel alanı gösteriyordu. “Oraya kondu.”

Kocaman açtığım gözlerimle Jasen’e baktım. O da benim gibi korkuyla adama baktı ve sonrasında işaret ettiği yere çevirdi başını.

“Tanrım!” gözlerini yumup başını eğdi. “Buradalar. Orada duran kişi bir mutasyon.”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaWhere stories live. Discover now