YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

2.2K 308 89
                                    

Adım adım gerileyip sırtımı kapıya çarptığımda bile bağırmayı sürdürüyordum. Daha önce hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Karşımda durup bana sinsice gülümseyen Raiden da ne yazık ki korkumu tetiklemeye devam ediyordu.

“Güzelim artık susmayı denesen?” dedi sakince ve bezgin bir edayla yüzümü inceledi. “Aşağıdakiler bir şey oldu zannedip kapıya dayanacaklar şimdi.”

Sanki ortada hiç garip bir şey yoktu da ben sırf ortalığın altını üstüne getirmek için böyle haykırıyordum!

Elimle kapının kolunu bulup kavradım ve bir an önce o odadan çıkıp kendimi kurtarmak istedim.

Aralanan kapı yumuşak bir gıcırtı eşliğinde parmaklarımın arasından kurtulup hızla kapandı.

Sırtımı ikizime dönüp çıldırmış gibi hareketler sergileyerek kapıyı yumrukladım, yeniden açmaya çalıştım, başaramadığımdaysa birbiri ardına tekmelerimi savurdum.

“Daha ne kadar bir kaçık gibi davranışlar sergilemeye devam edeceksin?” hemen omzumun üzerinden gelen ses tüylerimi diken diken etti. Normalde birine bu kadar yakın olduğunuzda, onun nefesini ensenizde hissederdiniz fakat şu an öyle bir durum mevzu bahis değildi. Yalnızca tenimi ürperten, titreşim gibi bir his uyandıran sesi duymuştum. “Beni çağırdığını sanmıştım, yanılıyor muyum? Madem bu kadar büyük bir tepki verecektin, o zaman neden hazır olmadığın bir işe kalkışıyorsun?”

Çabalarımın boşa olduğunu anladığımda, yutkunarak tekrar ona doğru döndüm. Bu kez beni izleyen suratı gerilmişti; kaşları çatılmış, dudakları dümdüz bir çizgi hâline gelmişti.

“Bu gerçekten de sen misin?” nihayet fısıltıyla da olsa konuşabilmiştim. Gözlerini bir kez kırptı, galiba bu da onun evet deme şekliydi. “Hayal falan görmüyorum, öyle değil mi?”

“Hayır kardeşim. Bu gördüğün şey hayal değil. Bizzat beni, ikizini görüyorsun. En az senin kadar gerçeğim ben de şu anda.”

Sanmıyorum... Mantığım kuşkulu ifadesini bozmadan Raiden’a bakmayı sürdürdü. Ona bir baksana! Sence sahiden de bizim gibi mi görünüyor?

İç sesimi dinleyip ikizimi seyre daldığım anda, hakikaten de tam manasıyla benim gibi görünmediğini fark ettim. Tamam, yine eskisi gibiydi. Boyu posu, endamı tam yerindeydi. Hatta onun ölümüne neden olan kurşunun alnında açtığı delikten eser yoktu şimdi. Ancak bütünüyle maddî bir görüntü sunmuyordu.

Parazit dolu bir yayını izlemek gibiydi ona bakmak. Grenli bir fotoğraf gibi…

Hissettiğim dehşeti üzerimden atmayı başardığım sırada, işaret parmağımı uzatıp tam kalbinin olduğu noktaya dokunmak istedim.

Ne var ki bu suyu avuçlamakla eş değer bir davranış oldu. Kendi cismanî varlığım, onun ruhanî bedeninin içinden geçip gitti.

Parmağım hâlen havadayken, dehşetle büyüyen gözlerim onunkilere kenetlendi.

“Sahiden de nesin sen? Bu nasıl oluyor? Seni şu an görüyor olmam mümkün değil, zira öldüğünden hiçbir şeyden olmadığım kadar eminim.

Ama buradasın işte. Tam karşımda. Üstelik benimle konuşuyorsun. Tıpkı sen hayattayken olduğu gibi…”

O koyu renk gözler her şeyi görmeye muktedirmiş gibi içimi okuyan türde bakışlar atmaya devam ettiler. Beni bu kadar dikkatli izliyor olmasından dolayı karnımı ağrıtacak derecede büyük bir rahatsızlık duydum.

“Ölen bedenimdi Cyra, fiziksel varlığım hayata veda etti. Ama ruhum hâlen hayatta. Ve sonsuza dek de yaşamaya devam edecek.”

“Yani?” derken tekrar kapıya yöneldim. Onunla yalnız başına kalmak hiç olmadığı kadar ürkütüyordu beni şimdi. “Bana spirütüel tarzda dersler mi vereceksin? İnan hiç sırası değil. Acelem var, biz de tam-”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaWhere stories live. Discover now