YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM

2.1K 304 42
                                    

Hâlen yatağın ucunda, ayağa kalkmak için bekler vaziyetteydim. Bedenimdeki yavaşlığın aksine, başımın içinde dönüp dolaşan düşünceler öyle bir hıza ulaşmıştı ki, belki de onların da sebep olduğu ağırlık yüzünden kıpırdayamıyordum.

Bende ona ait olan bir şey var…

Breccan bunu neden dile getirmişti acaba? Varlığından haberdar olmadığım ne olabilirdi ki o şu anda bunu ellerinde tutuyor olsun? Buraya gelirken arkamda hiçbir şey bırakmamıştım. Gerçi çok fazla şeye sahip olduğum da söylenemezdi hani. Kaen’le ve annemle birlikte Andhalin topraklarında zaten öyle çok da lüks bir hayat yaşamıyorduk. Kıt kanaat geçinmek deyimini en canlı şekilde tecrübe edenlerden biri de bizdik.

Ancak Xosalica’ya getirildiğimde işler hayli değişmişti. Birden bire kendimi akıl sır ermeyen bir servetin ve şaşalı bir yaşamın içerisinde bulmuştum. Hiçbir şey hatırlayamadığım için belki de çabucak bu duruma ayak uydurmuştum ama şu anki hâlimde olsaydım, eminim kendimi buna alıştırmam çok zaman alırdı. Kaldı ki alıştırmak ister miydim, bunu da bilmiyordum.

Breccan oradaki sahip olduğum şeylerden birini mi ele geçirmişti? Bu ne olabilirdi?

Hiçbir şey bilmemek beni deli ediyordu. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, sorularıma tek bir cevap bile bulamıyordum ve bu da şiddetli bir şekilde nükseden baş ağrılarına neden oluyordu.

Kalkıp üzerime bir şeyler giyindim ve aşağıda bir yerde olduklarını tahmin ettiğim Kaen’i ve Jasen’i bulabilmek için odamdan ayrıldım. Evin koridorları bomboştu. Ya herkes dinlenmek için bir köşeye çekilmişti, ya da benim aksime bir an bile durak vermeden mutasyonların ve Vhalaxların asıl yuvalarını bulabilmek için kollarını sıvamışlardı.

Aşağı katta kimseyi bulamayınca mutfağa yöneldim. Sürekli erteliyordum fakat şu an açlık iyice kendisini belli eder olmuştu. Bu yüzden ayaküstü hemen bir sandviç hazırladım ve pencere kenarındaki sandalyeye oturdum.

Az önce bulunduğum yerin açısı nedeniyle görememiştim ama ben hariç herkes dışarıdaydı. Göle doğru inşa edilmiş iskelenin geniş kısmında yere oturmuşlardı.

Sandviçimi bitirir bitirmez ben de bahçeye çıktım ve onlara doğru adımladım. Aralarında hararetle bir şeyler konuşuyorlardı, bir ara Endray Deick’e doğru eğilip bir soru sordu, soru sorduğundan emindim çünkü Deick kesin bir tavırla başını iki yana sallamıştı.

Yaklaştığım sırada, kalabalığın içinden Jasen başını çevirip benimle göz göze geldi. Uykuya dalmadan önce onunla yaşadığım o kısacık lâkin kalbimi pır pır ettiren dakikalar bir kez daha gözlerimde canlandı.

Daha önce hiç kimsenin hissettirmediği duyguların bağımlısı yapmıştı beni. Yanımda olduğu zamanlarda bile onu özlüyordum. Tamamen yabancısı olduğum hislerle beni tanıştıran ve günden güne içimde filizlenen sevginin kaynağı oydu.

Şimdi bile; ona doğru yürürken ve bakışlarıyla beni şeffafmışım gibi hissettirirken, ilk günkü heyecanım olduğu gibi yerinde duruyordu. Tek bir kelimesi ya da ufacık bir dokunuşu yüreğimde bilmediğim noktalara dokunuyordu.

Nihayet onlara ulaştığımda elini uzatıp beni yanına çekti. Kaen de tam karşımda oturuyordu, ona gülümsediğimde bir an kaygıyla beni baştan ayağa süzse de, sonrasında o da tebessüm etti.

“İyi misin?” Jasen kulağıma fısıldarken bir elini de belime yerleştirmişti. Bu hareketiyle beni diğerlerinden biraz ayırmış gibi görünüyordu. “Umarım biraz dinlenebilmişsindir.”

“Evet, sorun yok. Ben iyiyim,” dedim alçak bir sesle. “Çok da güzel bir uyku çektim. Yenilendim ve şimdi aranıza geri döndüm.”

“Buna sevindim,” burnunu yanağıma sürterken çoktan ağzım kulaklarıma varmıştı bile. “Yine de dikkatli ol güzel kız. Bir süre ani hareketler yapmamaya çalış. Seni çabucak sapasağlam görmek istiyorum.”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaWhere stories live. Discover now