OTUZ İKİNCİ BÖLÜM

2.1K 295 73
                                    

Kamelot - Rule the World

~~~

Aşırıya kaçmayacağını bilsem, sevinçten birkaç metre ötemizde nazlı nazlı dalgalanan Washington Gölü’nün sularına atacaktım kendimi. Yerimde duramıyordum, dudaklarım son dakika haberleriyle birlikte kulaklarıma doğru kıvrılıp kalmışlardı.

Şimdi elimizde tam sekiz farklı ülke vardı. Sekiz ayrı seçenek… İşimiz biraz daha zordu ama hiçbir şey elde edememekten çok daha iyiydi bu.

“Vakit kaybetmeden bu yerler hakkında bir şeyler öğrenmemiz lazım,” dedim güneş tepemizdeki yerini terk ederken. “Onları hiç beklemedikleri bir anda bulmalı ve gerekeni yapmalıyız. Şaşkınlıklarından faydalanmamız gerek diye düşünüyorum.”

“Haklısın,” Kaen elindeki kitabı bırakıp tutulmuş boynunu rahatlatabilmek için boyun egzersizleri yapmaya başladı. Sabahtan beri sürekli ya okuyor, ya da harita üzerinde incelemelerde bulunuyordu. Mavi gözlerinin biraz kanlanmış olduğunu gördüğümde dişiliğimden kaynaklanan anaç tavrım kendini gösterdi ve onun için üzüldüm. Kesinlikle bu tür bir yorgunluğu kafaya takacak biri değildi ama işte ben ne olursa olsun ağabeyimi böyle görmek istemiyordum. “Fakat bence çalışmamıza evde devam edelim. Şu yukarıdaki villadan ikide birde bizim olduğumuz yere bakanlar var, bu kadar kalabalık yaşadığımızı gördüklerinde zaten hayrete düşmüşlerdi ama bir de gündüz vakti çalışkan öğrenciler misali burada toplanıp okuma saati düzenliyor gibi görünmemizi yadırgayabilirler.”

“Maviş doğru söylüyor,” diye kulağıma fısıldadı Deick. Bugün ayrı bir neşeli görünmüştü gözüme. Kaen’den maviş olarak bahsetmesi karşılığında kaşlarımı kaldırmam onu daha da keyiflendirdi. “Sabahın bilmem kaçından beri bu ahşap zemine oturmaktan kıçım dümdüz bir hâle geldi. Azıcık rahat yüzü görelim ama değil mi?”

Kıkırdamaya başladığımda bu ağabeyimin dikkatini çekti ve bir bana, bir de hemen yanımda duran Deick’e çatılmış kaşlarıyla baktı. Onu gülerken görmek her zaman sevdiğim bir şeydi ama bu sert tavırlı hâlleri de ne yalan söyleyeyim, fazlasıyla yakışıyordu güzel yüzüne.

“Niye gülüyorsun bakayım?” derken oturduğu yerden kalktı ve şimdi yavaş yavaş eve doğru yürümeye başlayan kalabalığın arkasında yol aldı. “Fazladan çözülmesi gereken sorunlarla karşılaşmak seni neden bu kadar eğlendiriyor bebeğim?”

Hâlbuki tamamen alakasız bir şeye güldüğümden habersizdi. Deick’in kendisine genellikle evcil kuşlara verilen bir isimle seslendiğini duysa, şüphesiz okyanusu aşana dek peşine takılır ve onu kovalardı.

“Güzel kız birkaç mutasyonu daha kendi ateşiyle pişireceği için seviniyor olsa gerek,” diyen Jasen de kıkırdadı. “Tumma’da yaptığı yetmedi, bir de Eski Dünya’da barbekü partisi vermeyi planlıyor demek ki,” omuzlarını silkerken kirpiklerinin altından bir bakış attı. “Yalnız seni uyarayım, fazla dikkat çekmemeye çalış tatlım. Yoksa şu an Dünya’nın süper gücü olan ülkeler seni ordularına katabilmek için birbirleriyle kıyasıya bir yarışa girebilirler.”

“Sana da mı kanat falan taksak?” Deick kahkahalara boğuldu. “Şöyle güzel, pembe renginde kanatlar ve-”

“Beni sinirlendirme Lymn,” diye mırıldandım,” Yoksa bir sabah uyanıp da bir bakmışsın, o pırasa saçların parlak bir pembeye boyanmış. Bunu mu istiyorsun?”

Pinpon topu büyüklüğüne ulaşan gözleriyle bana bir kez baktıktan sonra tek kelime etmeden, arkasına bile bakmadan koşar adımlarla eve doğru gitti. Şakadan da olsa saçlarıyla ilgili bir konu açıldığında bir kadın kadar alıngan olabiliyordu Deick, evet, onun da hassas olduğu yanı buydu galiba.

KUSURSUZ #2- Eski DünyaWhere stories live. Discover now