10: Seul-41

5.2K 792 521
                                    

Birkaç hafta sonra;

"Jimin!"

Jimin gelmişti. Elbette yürüyemiyordu henüz ama artık hastaneden çıkabilecek durumdaydı. Elektronik bir sandalyeyle geziyordu ortalıkta. Şimdiden birkaç bardak kırılmış ve dosyalar yeri boylamıştı ama elbette hiçbiri benim kardeşimden önemli değildi.

"Bir şey ister misin? Mutfağa gidiyorum?"

"Teşekkür ederim Jungkook, varsa bir paket dondurma alabilirim?"

"Dondurma nereden çıktı? Kışa gireceğiz?"

"Dondurma sadece yazın yenmez?"

"Uf, saçma saçma konuşma. Yok dondurma falan. Dondurma yaza özel bir tatlıdır tamam mı? Her mevsim yenmez. Bir anlamı kalmaz o zaman"

Jimin benim savunmama karşı üzgün bir ifade takılarak masum masum beni onayladığında derin bir nefes vermiş ve yönümü ona çevirerek yanına gitmiştim. Bir elimi saçlarına yerleştirip köpek sever gibi onu sevmeye başladığımda gülümsemişti hemen.

"Neyli istiyorsun?" Demiştim sessizce. Anında gözleri büyüyüp heyecanla yüzüme bakmaya başladığında onun nasıl bu kadar masum kaldığını sorgulamıştım bir an.

"Panda kafası istiyorum! Eğer o yoksa da çilekli-vanilyalı Sen&Ben" demiş ve yüzüne bilmiş bir ifade takınmıştı. "Kesinlikle magnuma bin basar. Hatta en iyi kapalı dondurma desem yalan olmaz" diyerek kolumu patpatladığında dudaklarımı büzmüştüm hemen.

"Aslında bir tane pembe, yıldız şeklinde bir dondurma vardı hatırlıyor musun? En iyisi oydu da artık satılmıyor diye biliyorum"

"Evet biliyorum onu ama hala panda kafası favorim" dediğinde iç geçirerek onu onaylamıştım.

"Tamam, gidip alayım ben o zaman. Sen de dikkatli ol. Daha fazla bir şeyler kırmamaya çalış" diyerek onun yanından ayrılıp kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım. Etrafta kimse olmadığı için başka bir dondurma almama gerek yoktu. Sadece ikimiz vardık şu an bizim katta. Herkes görevdeydi, ben de Jimin yalnız kalmasın diye bugünlük masa başı iş yapmayı tercih etmiştim. Zor bir karar olsa da Jiminin mutluluğu için değerdi.

Karakoldan çıkıp en yakın süper markete doğru gitmeye başladığımda fazla sürmeden varmıştım. Merkezi bir yerdeydik, her yer yakındı karakolumuza.

İçeriye girip direkt olarak dondurmaların saklandığı büyük derin dondurucuların olduğu kısma ilerlemeye başladığım sırada duyduğum sesle birlikte tamamen içgüdüsel olarak etrafı dinlemeye, gözlerimi çaktırmadan etrafta gezdirmeye başlamıştım. Birileri fısıldaşıyordu çünkü.

"Hayır, henüz karar vermedim hyung ama şu anda bunu konuşabilecek kadar müsait değilim. Daha sonra ararım ben seni olur mu? Görevdeyim çünkü"

Kaşlarım istemsizce çatılırken artık fısıldayan kişinin kim olduğuna dair bir fikrim olduğu için adımlarımı cipslerin olduğu kısımda fısıldaşan kişinin yanına doğru çevirmiştim. Saniyeler sonra tahmin ettiğim bedenin sırtı görüş açıma girdiği gibi hafifçe öksürerek boğazımı temizlemiştim.

"Öhöhöm!" Yutkunmuştum hemen ardından. "Sen de mi buradaydın?"

"Jungkook? Evet. Buralardaydım, atıştırmalık bir şeyler almak için girdim" diyerek elindeki çikolataları gösterdiğinde Taehyunga hafifçe gülümsemiştim.

"Görevde misin?"

"Yok hayır, şu an değilim" dediğinde kaşlarım anlık olarak havalanmıştı ve o bunun farkında olsa da sesini çıkartmamayı tercih etmişti. Garip bir gerginlik vardı üzerinde. Ne olduğunu anlayamamıştım, niye yalan söylüyordu ki?

Seul Nine-Nine: TaekookTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon