Yol 1

607 26 8
                                    

YOL



Dış kapının kilidini ikinci kez kontrol ederken kulağı gecenin huzurlu sessizliğinde geziniyordu. İstanbul'un her daim çalışan bir makine gibi duyulan dip gürültüsü, sabahın dördünde tamamen kesilmişti. Kulaklarına yalnızca esen hafif rüzgarın ağaçların arasından geçerken bıraktığı iz doluyordu. "Şehir uyuyor," diye geçirdi içinden. "Bu da İstanbul'un ağır soluklarının sesi..."

Kapının kilitlendiğinden emin olduğunda elindeki kıyafet çantasını omzuna asıp telefonunu çıkardı. Bir arama yapıp telefonu kulağına yasladıktan sonra arabasına ulaşmak için bahçenin içinde ilerlemeye başladı. Bugün, kendisine daima eşlik eden topuk sesleri yoktu. Spor ayakkabılarının sessizliği, uyuyan şehri uyandırmamak için düşünülmüş bir incelik gibi saygılıydı gece sessizliğine.

Elindeki çantayı bagajına attı; arabaya yerleşip telefonuna kulak değiştirdi. Aynı sinüs dalgası bilmem kaçıncı kez kulaklarında çınlarken telefonun açıldığına işaret eden tıkırtıyı duydu.

"Alo,"

Sabır içinde bir yanıt beklerken arabasını çalıştırdı. Isıtıcısını açıp minnetle gülümserken telefondaki sessizliğe cevaben tekrar seslendi.

"Ateş, lütfen bana uyandığını söyle. Bak çıktım şimdi yola."

"Öfffff. Uyandım."

"İyi. Bak on dakikaya oradayım. Hazırlan haydi."

"Tamam annee."

İpek tenha yollarda hız yapmadan ilerledi. İçinde bulunduğu anın tadını çıkarmak istiyordu. Genellikle bir saat sonra yaya olarak koştuğu yollarda; uzun yola gitmenin getirdiği bildik duyguyla araba kullanmak İpek'e tuhaf bir ayrıcalık hissi yaşatıyordu.

Sık sık düşündüğü bir şeydi bu. Rutin koşusu bittiğinde güneş doğmaya yüz tutar hale gelirdi. O da vakti varsa çoğu insanın uyuduğu bu saatleri kendine özel kılabilmek için koşu alanı boyundaki banklardan birine çöküp sadece etrafını izlerdi. Sahil boyundaki kafelerde çalışanların tenteleri açmasını; sandalye ve masaları düzenlemelerini izlerdi. Kafelerin mutfaklarında kaynamaya başlamış koca çaydanlıkların üzerinde tüten buharı hayal ederdi.

Önündeki koşu yolunda koşan tek tük insana bakar, onlar için hayatlar uydururdu. İşleri, aileleri, hobileri, dostları ve evcil hayvanları... Tahminler yürütür, sonra da bunların gerçek olduğu dünyalara ışınlandığını hayal ederdi. Bilmem kaçıncı dalga kişisel gelişimcilerin hakkında hiçbir fikirleri olmayan bir fizik teorisiyle ilgili uydurdukları saçma sapan mottolarla böyle dalgasını geçer; sonra da keyfi yerine gelmiş bir şekilde ayaklanıp hastane için hazırlanmaya evine dönerdi.

Bugün bir fark vardı. Bütün yolu tabana kuvvet koşmayacaktı. Zaten istese de Ankara'ya kadar koşabileceğini hiç sanmıyordu. Kafasında izinsizce dolanan fikrin saçmalığına gülerek Ateş'in sokağına girdi. Kendi saçma fikirlerine gülerken Ateş'in saçma fikirlerine neden uyduğunu ise Allah Bilirdi. Bu düşünceyle yol önünde uzarken arabasını park edip aşağı indi.

Hızlı adımlarla kapıya ilerleyip zile bastı. Sessizlikle geçen birkaç saniye içinde Ateş'in geri uyuduğu kanısına varmıştı. Bir an düşünüp etrafına bakındıktan sonra olanca hızıyla kapıya vurmaya başladı.

"DOKTOOORRRR! NE İSTİYORSUN?"

İpek, içeride kopan bağırtıyı duyar duymaz ne yaptığını anlamıştı. Ellerini pişmanlıkla ağzına kapattığı sırada içeride kopan gümbürtüyü duydu; iki saniye sonra da kapı savrularak açıldı.

"Ay, Orhan'cığım. Çok affedersin. Unutmuşum."

İpek, Orhan'ın yüzündeki ağlamaklı ifadeye bir saniye daha baktıktan sonra gözlerini kaçırdı.

Hekimoğlu | YasTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang