mutlu 4

281 21 18
                                    

                İpek'in, içine içine patlayan bir sinir harbiyle Ateş'in yanından ayrılmasının üzerinden neredeyse altı saat geçmişti. İpek Sena'nın yanına gitmiş, fikrinin değişip değişmediğini sormuş, aldığı yanıtın getirdiği hayal kırıklığını kampüsün koşu pistinde eritmeyi denemiş; sonunda soluğu yeniden ofisinde almıştı.

İpek, son birkaç saattir, kendini ofisi, Sena'nın odası ve hastane bahçesi arasında sıkışmış bir kabusun içindeymiş gibi hissediyordu. İçinde büyüyen umutsuzluk, göz yaşları halinde dışarı çıkmaya çalışırken kendini deri kanepesine bıraktı.

Soluduğu oksijeni kaslarına ulaştırabilme umuduyla aldığı derin soluklar, daha çok kan basıncını düşürmeye yaramıştı. Başını kanepenin sırtlığına yasladı, bir süre karanlığa kayan loş ışığın tavanda oluşturduğu şekilleri seyretti. Korkunç öngörülerini zihninin ön bahçesinden süpürmeye çalışarak saçlarını yüzünden geriye itti. Yoğun bakıma ihtiyaçları olmayacaktı. Bebek doğar doğmaz soluk alacaktı.

İpek, umduğu geleceğin yaşanması için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Ya, elinde bulundurduğu ikna kabiliyetini sonuna kadar harcayacaktı, ki bunu yaptığından neredeyse emindi, ya da sert bir şekilde bağlı olduğu kurallarında küçük bir delik açacaktı. Bebeğin sağlığı için neyin gerekli olduğunu biliyordu. Bir dozun bile, bebek için ne kadar büyük bir şans olacağından tabi ki de haberdardı. Ancak, yıllar boyunca kendisine öğrettiği doğruların dışına çıkmak, sandığından çok daha zordu.

Aynı, kendisine bir saat fazla izin verme konusunda yaşadığı gibi bir güvensizlikti bu. Elindeki imkanları kendi faydasına manipüle etmeye başladığında, çok büyük bir usulsüzlük yapmadığı sürece, onu durdurabilecek ya da denetleyebilecek bir güç yoktu; ve İpek, rutin denetimlerin ve kontrol mekanizmalarının radarlarında belirmeden hareket etmenin, bin bir farklı yolunu adı gibi iyi biliyordu. İnsanın içindeki yargıcın, söz konusu insanın kendisi olduğunda, diğerlerine oranla çok daha acımasız davrandığını, çok iyi biliyordu. Ama buna güvenerek hareket etmek istemiyordu.

Mehmet Ali'nin, ölümün çok yakınından geçtiği zaman, o çağırmadan gözlerinin önünde belirdi. Ateş'in, lobotomi için izin almaya çalışırkenki hali; Mehmet Ali'nin babasının gelip İpek'e neredeyse yalvarması ve Mehmet Ali'nin; karantina camının ardından bağırdığı, bıçak gibi kesen sözler, sıra sıra önünden geçerken içine baktı.

O zaman, kuralları esnetmeye kalksaydı, koca bir salgına yol açabilirdi. Bu yüksek ihtimalle yaşanmayacaktı. Ancak o azıcık ihtimal, her şeyi bilinmezliğe boyamaya yetiyordu. İpek, tanıdığı bir insanın çok yüksek olasılıklı ölümünü, çok yüksek sayıdaki insanın neredeyse olası ölümlerine tercih etmişti. Bunu utanç içinde hatırlıyordu, ama sonuç olarak o anki kararı kurallardan yana olmuştu.

Aynı durum, yaşadıkları bebek salgınında, Ateş'in kısmi ampütasyon operasyonunda ve kim bilir daha kaç olayda da aynı örüntüyle ortaya çıkmıştı. İpek, sürekli olarak birilerinin çıkarlarını korumak için, daha az hak sahibi olan insanların mutsuzluklarına ve birilerinin zarar görmesine sebep oluyordu.

Düşüncelerinin arasından uzanıp, yanı başındaki gece lambası benzeri abajuru söndürdü. Şimdi, ofisi yalnızca koridorun jaluzilerden sızan ışığıyla ve bahçenin ışıklandırmasından onun katına kadar ulaşabilenlerle aydınlanıyordu.

"Konu, zarar göreceklerin çıkarları değil. Kişilerin hakları da değil. Konu senin iyiliğin. Esnetilemez, yoğurulamaz ve yer değiştirilemez unvanların. Üzerinde senden başkasını taşıyamayacak olan koltuğun. Kapıdaki tabelada yazan ismin. Sen, İpek Tekin'e zarar vermemek için İpek'i öldürüyorsun."

Hekimoğlu | YasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin