Yol 2

379 23 6
                                    



İpek dikkatini tekrar yol üzerinde yoğunlaştırarak hızını arttırdı. Ateş'in boş atıp dolu tutmaya çalıştığına inanmak istiyordu.

Dümdüz uzanan yolda ilerlerken gün yavaş yavaş doğuyordu. Boş yolda hızını hiç değiştirmeden sabit bir şekilde giderken İpek, sonsuza kadar bu yolda, boşluğun ortasında tekerleklerini döndürecekmiş gibi hissediyordu. İstanbul ve Ankara, yolun başında ve sonunda soluklaşmıştı. Ne geçmişi ne de bugünü, bu bomboş yolda bir anlam taşımıyordu. Bütün hafızası toplanıp uzanamayacağı bir yerlere kaldırılmış gibi bomboştu aklı. Son zamanlarla yaşadıklarından geriye bir tek buruk bir hüzün ve içine kazınmış bir yas kalmıştı. Böylesinin daha iyi olacağını düşündü. En azından daha yaşanabilir olacağını.

Duygularına arka plan oluşturan soluk sesleri şimdi derinleşmişti. İpek hızlıca dikiz aynasına göz attı. Ateş başını koltukla camın birleştiği yere yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Derin solukları horlamalara dönüştüğünde İpek sırıtarak yeniden aynaya baktı. Tekrar yola döndüğünde Ateş'in uyanık olduğunu hayal etti. Hiçbir şey söylemeden orada oturup İpek'in hissettiği ağırlıktan haberdar olduğunu, o ağırlığı İpek'le paylaştığını hayal etti.

Orada, bomboş yolun ortasında İpek, Ateş'in yüzüne bakarken hangi zamanda olduğunu karıştırıp duruyordu. Bir an için dekan İpek, yirmi yıl genç bir Ateş'le yolculuk ederken bir sonraki an öğrenci ipek arka sırasında oturan öğrenci Ateş'e düşünsel bir silgi fırlatıyordu.

Öyle ya da böyle, geçirdikleri yirmi küsur yılı düşündü. Orhan'la olan dengeli arkadaşlığının aksine, Ateş'le olan iletişimi hep bir itiş kakış ve mücadele içinde geçmişti. Okul yıllarında,  yan yanayken birbirlerine pek tahammül edemediklerinden ortalığı birbirine katar; birbirlerinin canını yakacak şeyler söyler, sonra da günlerce konuşmazlardı. Küsken de her fırsatta birbirlerini dikizler; Orhan'dan laf koparmak için ellerinden geleni yaparlardı.

Aralarındaki bu adı konmamış tuhaf iletişim, İpek mezun olana kadar devam etmişti. Birbirlerine diğer arkadaşlarına davrandıkları gibi davranmıyorlardı. Ateş İpek'in randevularını sabote edip çıktığı insanları kaçırtırken İpek bunlara yalnızca ağzıyla itiraz ediyordu. Ama aralarındaki şeyi isimlendirmek ya da eyleme dökmek konusunda bir şey yapmaktan korkuyordu.

Mezun olduğunda aradığı küçük boşluğu da yakalamış gibi hissetmişti. Ateş'ten uzak durabilmesinin yolu, Ateş'ten fiziksel olarak da uzak durmasıydı. İpek de öyle yaptı. Aralarındaki toksik iletişimi kesmeye çalışırken ikisine de acımasız davranmıştı. Birkaç yıl sonra tekrar karşılaşana kadar en doğru olanın bu olduğundan emindi.

Orhan ailesini ziyaret etmek için İstanbul'a gelene kadar, İpek ikisinden de hiç haber almamıştı. Uzmanlık eğitiminin son aylarındaydı; oturup bir şeyler içelim diyen Orhan'dan Ateş'in evleneceğini öğrenmişti.

Bu bilginin kendisini daha fazla etkilemesini beklerdi. Büyük bir acı hissetmemişti. Gittiği için pişman olmamıştı. Yalnızca İstanbul'da kendine kurduğu dengeli ve huzurlu hayat için şükretmişti.

İpek arabadaki koltuğuna geri döndüğünde hipnotize olmuş gibi yola kilitlenen gözlerini ve direksiyonu kavramış ellerini hissetti. Bu kısacık andan sonra yeniden lineer gerçekliğinden sıyrılıp aklındaki koridorlara daldı.

Davet, açık havada yapılan bir kokteylden ibaret bir kutlamaydı. İpek'in, Orhan'ın zoruyla davet edildiğinden emin olduğu arkadaşlarıyla doluydu. Üniversite yıllarında sürekli vakit geçirdiği arkadaşlarını yeniden bir arada görmenin buruk mutluluğuyla, bir evlilik kutlamasından çok bir mezunlar gecesi gibi geçmişti akşamı. Yeni evli çifte mutluluklarını iletirken bile, hiçbir şey hissetmemişti. Eski bir arkadaşına karşı görevini yerine getiriyordu sadece. Selin'i tebrik edip Ateş'e nazikçe sarıldıktan sonra arkadaşlarının yanına geri dönerek neşeyle sohbet etmeye dalmıştı.

Arkadaşlarıyla sohbetinin durakladığı bir anda karşı masalardan birinde el sallayan Filiz'i görmüştü. İzin isteyip arkadaşının yanına ilerledi. Filiz fakültede İpek'ten bir dönem alttaydı. O yıllarda Orhan aracılığıyla tanışmışlardı. Filiz'in Orhan'la yaşadığı kısa beraberlik, İpek'le olan uzun arkadaşlığına sebep olmuştu.

Gülümseyerek Filiz'e sarıldığında mutlulukla başını kaldırdı. İki göz, tam karşısında gözlerine dikilmişti. Ateş açık alanın karşısında, İpek'in kim olduğunu bilmediği biriyle konuşuyordu. Gözleri birleştiğinde aralarında oluşan köprüden akan o bildik his İpek'in içini doldurmuştu. Gözlerine oturan hüzün, Ateş'inkilerden yansıdı bir an. O bir saniyede, beraber geçirdikleri bütün o günler bir anda kendini hatırlatmıştı İpek'e. Arkadaşlarını gördüğü için yaşadığı buruk mutluluğu andırıyordu. Daha yoğundu ve içinde pişmanlık yüzüyordu.

Gözlerini Ateş'in gözlerinden çektikten hemen sonra, kollarını da arkadaşının etrafından çekmişti. Bir dakika önce yaşadığı şeyi aklının gerilerine itti. Yapılması gerekenler yapılmıştı. Ne bir eksik ne de bir fazla.

İzleyen yıllar boyunca İpek, Selin ve Ateş ile düzenli aralıklarla görüşmeye devam etti. Kutlamalarında, davetlerinde hep orada olan yakın bir arkadaş olarak ve gerçekten de öyle hissederek hayatlarında yer almıştı.

Yol önünde dümdüz uzanıyordu. Başlangıcı ve sonu olmadan; her santimi aynı görünürken akıp akmadığını anlamak imkansızdı. İpek'e zamanda ilerlediğini gösteren tek şey yükselen güneşti.

O yolda, o durağanlığın içinde zaman tümden yok olmuş gibi; her şeyi aynı anda içinde hissediyordu. Zamanın üzerine çıkmışçasına, bütün bir yetişkinliği öylece önünde duruyordu. Ateş'in acıdan kaymış gözleriyle yattığı sedye ile mezuniyetinde attığında bir an için havada gördüğü kepi yan yana duruyordu. Orhan'ın düğünleri ile, Ateş'in İpek'e bakan gözleri karşılıklı, oradalardı.

İpek önündeki geçmişte ellerini gezdirip çizginin ucunu buldu. Bütün kargaşalardan ve telaşlardan sonra, Ateş'le ikisi bir arabada, çizginin başladığı yere doğru hareket ediyorlardı.

İpek, çizginin ucunu yakaladığı bilinciyle dikkatini arttırarak yola odaklandı. Şimdi, temiz zihniyle hiç durmadan gaz pedalına baskı uygulayan ayağını hissedebiliyordu. Yolun iki tarafındaki aydınlatma direklerini görebiliyordu. Elektrik direkleri, sabit bir hızla gerilerinde kalıp kaybolurken, İpek hareket halinde olduğunu anladı. Yol durağan değildi. Çizginin sonunu başına bağlayabilmek için kıvrılıp uzanıyordu. Her şeyin döngüsünü tamamlayabilmek için yeni bir spin atıyordu. Herkesten ve her şeyden sonra çizgi, yine sonunu başına bağlıyordu. Diğer tüm bağlamlarda olduğu gibi, her şeydeki manayı söküp arkasında yalnızca yirmi yıllık hisleri bırakarak; otobanın ortasındaki yalnız ikiliyi başlangıçlarına götürüyordu.

Hekimoğlu | YasWhere stories live. Discover now