Rol 1

515 26 13
                                    

İpek önündeki masaya yan dönüp sandalyesinin sırtına yaslanmış, dalgın gözlerle karanlık denizi seyrediyordu. Arkadaşlarının yanında olmanın verdiği huzur, Ateş yüzünden kayıp giden haftalık programının hatırlattığı gerginliğe karışarak İpek'i sürekli bir ikilemin içine atmıştı.

Orhan ve Ateş'i dinlemeyi bırakalı ne kadar olduğunu bilmiyordu. İkilinin sesleri düşüncelerine arka plan oluştururken kaybolan iki gün için yapılması gerekenleri yeniden düzenlemeye çalışarak kafa patlatıyordu.

Yüzüne vuran temiz rüzgar, burnuna dolan deniz kokusu ve arkadaşlarının sakin gülüşleri İpek'i hayali ofisinden çıkarmaya uğraşırken telefonuna uzandı.

Olanca gücüyle yüzüne vuran telefonunun ışığını kısarken homurdanarak takvime girdi. Yeni toplantı saatlerini işaretledikten sonra asistanına mail atıp telefonu yeniden masaya bıraktı.

"Hoop! İpek hocam kime sesleniyoruz iki saattir?"

İpek gülmemek için uğraştı.

"Neden bağırıyorsun Ateş?"

Ateş masanın karşısından uzanarak İpek'in telefonunu önünden aldı.

"Ateş git Orhan'ın telefonundan aç ne açacaksan."

Orhan kendi önünde duran telefonunu hızlıca kapıp cebine koyduktan sonra İpek'e sitem dolu bir bakış gönderdi.

"Aşk olsun İpek. Seninkini alıp kurcalamaya zaten alışkın. Bari bırak da benimkini rahat bıraksın."

İpek çaprazındaki Orhan'a baktı. Bir anda arkadaşına karşı içinin ısındığını hissederek sırıttı.

"Vallahi Orhancığım, senin eşin. Ben karışmam."

İpek Orhan'dan sataşmasına bir karşılık beklerken Ateş lafa dalmıştı.

"Aman be İpek, yemedik herhalde telefonunu. Ne değerli telefonun varmış. Yoksa benden sakladıkların ortalığa dökülür diye mi korkuyorsun?"

İpek yetiştirmek için laf arayışına çıkmıştı ama teknenin durgun havası ve orada olmanın getirdiği uykulu sakinlik düşüncelerini yavaşlatıyordu. Bu yüzden Ateş'in laflarındaki imayı idrak etmesi de birkaç saniye sürdü.

"Saçmalama Ateş. Ver şu telefonu."

İçinde kaynamaya başlayan saçma sapan coşkuyu geri bastırabilmek için bütün iradesiyle savaşıyordu. Akşam, dümenin başındaki o tuhaf konuşma yeniden aklından akarken her ayrıntıyı dikkatle izledi.

"Yahu doktor versene kadının telefonunu."

İpek Orhan'ın itirazıyla masaya geri döndü.

"Doktor yok doktor. Kaptan var. Versene kadının telefonunu, kaptan, diyeceksin."

Ateş lafını bitirirken telefonu da İpek'e doğru itmişti. İpek şüpheyle uzanıp telefonu eline aldı. Ateş'in yapabileceği dengesizliklerin bir sınırı olmadığını bildiğinden ekranı tedirgince açmayı denedi.

"Kapattım telefonunu. Yoksa bu tatili de zehir edeceksin. Ankara'da da böyle yaptı bu kaptan. Bir dakika düşürmedi telefonu elinden."

İpek telefonu masaya bıraktı.

"Ben bir hastane yönetiyorum Ateş. Hem ayrıca böyle emrivaki tatiller ayarlıyorsun sonra da telefonlarımızı çalmaya çalışıyorsun."

İpek Ateş'e bakmamak için yönünü yeniden denize çevirmişti. O saçma konuşmaya kadar dengeli bir mesafede varlığını sürdüren hislerinin tamamı bir sınır yıkılmış gibi öylece aklına dolup duruyordu. Bir yanı, henüz mantığını kaybetmemiş küçücük bir yandı bu, o masada oturup olağan konulardan konuşarak vakit geçirmekten gayet mutluydu. Diğer bir yanı, akşamki o konuşmayı yapan ve şimdi de duyguları tarafından zapt edilmiş halde olan yanı, olanca hızıyla oradan kaçmak istiyordu. Gerekirse yüzerek, Ateş'ten ve aralarındaki gerilimden kaçmak istiyordu. Sanki tersine bir kuvvet uygulamazsa kaçınılmaz bir şekilde bu akıntının merkezine çekilecekmiş gibiydi. İpek bunu istediğinden hiç emin değildi.

Hekimoğlu | YasWhere stories live. Discover now