Çember 2

487 30 18
                                    

Öğrencilikleri boyunca ders çalışmak, piknik yapmak ya da boş boş yatmak için kullandıkları yeşil alan, öğrencilerin deyimiyle çimenlik, ağaçlarla çevrili bir bahçe şeklinde düzenlenmiş bir alandı. Öğrencilerin kullanımı için ayrıldığından gidip gelen herkes birbirini tanırdı. Özellikle kış günlerinde pek talibi olmadığından Ateş, İpek ve Orhan'ın özel alanı olurdu o zamanlarda.

İpek, öğrenciliğine ait o kadar anıyı saklayan bir yere gitmek istediğinden hiç emin değildi. Yanında bırak duygusal bir tepki vermeyi, parmağını bile oynatsa manyakça çıkarımlar yapıp duran birisiyle, hiç.

İpek kafasında seçeneklerini tartarken sabah belleği Ateş'ten almaya gelen çocuğu, elinde koca bir torbayla yaklaşırken gördü.

"Getirdin mi çekirge. Sen var ya sen. Aferin sana."

Çocuk yaklaşıp elindeki torbayı Ateş'e verdi.

"Sağ ol çekirge. Aklıma yazdım seni. Mezun olunca özgeçmişini gönder bizim oraya."

Çocuk çekingence Ateş'e baktıktan sonra konuştu.

"Teşekkürler hocam."

İpek ve Ateş çocuğu geride bırakıp ilerlerken, İpek adamın elindeki bez torbaya baktı.

"Ne var onda?"

Ateş torbayı havaya kaldırıp hafifçe salladı.

"Bizim eski tantuniciden tantuni, bir de çay."

Bildik alana giden yolda ilerlerken İpek oraya son gelişini hatırladı. Bu anıyı aklının gerilerine itmeye çalışıyordu. Tantunilerini yedikten sonra arabalarına binip İstanbul'a döneceklerdi ve her şey eski rutinine dönecekti. Bu kadar deşip altta kalmış duygusal dengesizlikleri gün yüzüne çıkarmaya hiç gerek yoktu.

İpek buraya son gelişini hatırladı. Daha doğrusu son gelişlerini. Ateş ile birlikte İpek'in mezuniyet töreninden kaçmışlardı. Zaten o akşamdan sonra da birbirlerini doğru düzgün görmemişlerdi bir daha.

İpek'in epizodik belleğinden çıkan Ateş ve İpek, etten kemikten oluşan Ateş ve İpek'le aynı anda alana girmişti. Daha genç olan çift doğruca gidip koca çamın altında yere otururken diğer çift piknik masalarına doğru ilerlediler. Kendisinin gerçek olduğunu düşünen İpek bez çantayı açıp yiyecekleri masaya çıkartırken konuştu.

"Donacağız."

"Bu termosu kim icat ettiyse Allah onu bildiği gibi yapsın."

İpek açtığı dürüm paketinden başını kaldırıp Ateş'e baktı.

"Şimdi ne oldu? Ne istiyorsun zavallı insanlardan. Bak ne güzel içeceksin çayını."

"Sevmiyorum termos çayını. Birileri şu zımbırtıyı icat etmeseydi belki de çayı saklamanın daha düzgün bir yolunu bulurlardı."

İpek dürümünü poşetten çıkarıp bıkkınlıkla banka oturdu. İçinde hızla büyüyen melankoliye engel olamadan yemeğini ısırdı. Bu çimenlikten yalnız başına çıkıp gidecekmiş gibi bir hisse kapılmıştı.

Ateş insanüstü bir hızla yemeğini bitirip ayaklandı. Termostan bardağına çay alıp İpek'e baktı.

"Çama gidiyorum ben."

"Oturma çimlere hasta olursan izin vermem ona göre."

İpek, seslenişine yanıt vermeden yürüyen Ateş'i izlerken o durgunluğun gelip üzerine yerleştiğini hissetti. Ateş, bir bakışa göre on dakika, başka bir bakışa göre yirmi yıl önce o çiftin gidip altına oturduğu çama doğru ağır adımlarla ilerliyordu. İpek nereden geldiğini bilmediği bir telaşla Ateş'e seslenmek için ağzını açtı; sonra hareketinin anlamsızlığının farkında, geri kapadı.

Hekimoğlu | YasWhere stories live. Discover now