12. Bölüm

13.2K 773 142
                                    

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bölümü kontrol edemedim. Sizi daha fazla bekletmek de istemediğim için bu haliyle atacağım. İlk fırsatta da düzenlerim, belki ek sahne yazarım inanın bilmiyorum ve okumadan da emin olamam. Siz bana eksik gedik varsa belirtin lütfen. "Tek derdimiz bu olsun," dediğinizi duyar gibiyim.

Umarım bölümü beğenirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyorum♡
Keyifli okumalaaaaaaaar♡♡♡♡♡

♧♧

Kalbim Urfa sınırlarına en son girişimden beri normalde nasıl atması gerektiğini şaşırmışcasına atıyor, tüm dengelerimin şaşmasına neden oluyordu. Tabii denge konusu çok karışıktı. Şaşmasının sebebi Semih de olabilirdi. Hatta evet, Semih hayatımdaki tüm soruların cevabı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Hayatıma sızmıştı, şimdi de Hayatım olmaya çalışıyordu.

Bir eli belimdeydi. Ötekini de dudakları henüz kıpırdamaya, beni tüketmeye başlamıştı ki boynum ile yüzüm arasına attı. Baş parmağı yanağıma doğru uzanmış, geri kalan dört parmağı ise boynumdaydı. Alt dudağımı sanki beni incitmek ya da ürkütmekten kaçar gibi sakin ve yavaşça emmeye başlamıştı. Bu konuda hiçbir tecrübem olmadığı için onun ikimizi de yönlendirmesine izin vermiştim. Dudaklarımı yönlendirmesiyle beraber beceriksiz bir şekilde hareket ettirirken birbirlerine yaslı olan bedenlerimiz sayesinde kalp atışlarımı duyduğundan hiç şüphem yoktu. Bu farkındalık utanmama sepep olsa da belki de Semih şu anda utanmam gereken son kişi bile değildi.

Göğsündeki elimi onu hissetmek isteyerek tenine daha da bastırdım, Semih sanki ona bir işaret vermişim gibi bedenimi daha sıkı kavradı. Dudakları ilk saniyelere nazaran daha da sertleşmişti ve ben o saniyeler içerisinde sırtımı arabanın arka kapısına yaslı buldum. Kalbimde kaynayan kan, bedenini yeniden üzerimde hissetmeme birlikte tüm vücuduma yayılıverdi. Kendimi parmak uçlarımda yükselmiş olarak bulmam kaçınılmazdı. Bir elimi hâlâ göğsünde kalp atışlarını hissederken diğerini beline doğru kaydırdım. Tenine tutundum. Lâkin beklediğimin aksine, yani daha da alevlenmesi yerine öpüşü kısa bir süre sonra son buldu. Huysuzca inlememek için kendimi zor tuttum.

Dediği ilk şey "Siktir," olmuştu. Gözlerim anında aralandı, göz göze geldik. "Sen adamı mahvedersin." Bu iyi bir şey miydi yoksa kötü müydü? Gözlerindeki parıltıya bakılacak olursa halinden hiç de şikayetçi gibi durmuyordu, hislerime güvenerek istemsizce güldüm. Alt dudağımda armağan olarak bıraktığı nemi, dudağımı ağzıma alarak emdim. Yaptığım hareket, dudaklarının tehlikeli biçimde yukarı kırılmasına neden oldu. Nefesimi hâlâ toparlayamadım olsam dahi konuşmadan alamadım kendimi. "Senin adına üzüldüm."

Gözleri parıldadığını bildiğim dudağımdaydı. "Ben de." Alnını alnıma yasladı. Belli belirsiz alnı nemlenmiş de olabilirdi, ben de terlemiş olabilirdim. Emin olamadım. Birkaç saniye soluk alışverişimizi düzenlememiz için bize zaman tanıdı. Belindeki elini koltuk altından omuzlarına çıkardım. Bizi dışarıdan gören bir göz, yalnızca masum bir şekilde sarıldığımız düşünürdü. 

"Ben de senin adına üzüldüm." İçli bir soluğu ciğerlerine doldururken alnını geri çekti. Neyi kast ettiğini anlamadım ama gözlerinde öyle bir ifade vardı ki beni utanmaya teşvik etti. İmada bulunduğu kesindi de ben o imayı anlayıp daha beter utanmak istemezdim. Yine de gözlerimi ondan kaçırmadım yalnızca sertçe yutkunmakla yetindim.

Belimdeki eli sayesinde üzerinde durduğum parmak uçlarımda neredeyse hiç ağırlığım olmamasına rağmen topuklarım üzerine geri indim. Böylece yüzlerimizin arasında az evvele nazaran bir mesafe girmiş oldu. Doğruyu söylemek gerekirse, yeniden dudaklarının tadını almak istiyordum, kesinlikle doyamamıştım ama onun yönelmesi gerektiğini düşündüğüm için hareketsiz kalmaya da devam ediyordum.

GöçükWhere stories live. Discover now