19. Bölüm

8.3K 585 106
                                    

Üzerime rast gele giyindiğim haki rengi oversize tişörtün ön kısmını siyah boru paça jeanın içine sokarken adımlarımı çoktan kapıya yöneltmiştim bile. Ne saçıma bakmıştım ne de yüzümün ne halde olduğuna. Aceleyle adımlarımı sesin kaynağına yani salona yönelttim. Ben giyinip gelene kadar salona yerleşmişlerdi bile. Genel bir sessizlik içerisinde bu eve oldukça yabancı olan adama, Semih'in kendisine bakıyorlardı.

Gözlerim ilk önce Semih'i buldu. Yüzünde duran sabit ifade bana pek de pozitif enerji vermiyordu lâkin yine eğer Gökhan abuk subuk bir şey söylemiş olsaydı bu şekilde oturmayacağını tahmin ediyordum. Muhtemelen yüzündeki ifadenin asıl sebebi dün gece söylediklerimin şu anda tastikleniyor oluşuydu. Gözleriyle de görmüştü ki evimize karşı cinsten arkadaşlarımız da gelip gidiyordu. Evet, bu oldukça normal bir durumdu. Yani... bana göre.

Görünüşe bakılırsa Semih'e değil.

O sırada salondaki kişilere göz gezdirdim, beni ilk fark eden Gökhan oldu. Bana tam anlamıyla, sanki hakkı varmış gibi, sinirli bir şekilde bakıyordu. Ona hiçbir zaman ümit vermeyen, gelecek vaatinde bulunmayan bir insan olarak bu siniri bana çok da etki etmiyordu. Beni endişelendiren zaten o değil, sevdiğim adamdı. Vermesi muhtemel tepkileriydi.

Kapı girişinde öldürdüğüm birkaç saniyenin sonunda neşeli bir sesle konuştum. Varlığımı belli etmek isteyerek "Hoş geldiniz," derken salinda birkaç boş yer olsa da çift kişilik koltukta yalnız başına oturan Semih'in yanına adımlıyordum. O her ne kadar özgüvenli bir adam olsa da şu anda tanımadığı bir ortamdaydı. Empati yapacak olursam en doğru tercih Semih'in yanıydı.

Salonda Gökhan, Dilber, İdil ve Sibel'in haricinde bir de İdil'in erkek arkadaşı Ercan vardı. Hep bir ağızdan "Hoş bulduk," ve türevi sözler söyleseler, yüzlerinde sabit bir tebessüm olsa da nedense hepsi bana gergin gibi gelmişti. Gökhan'ın gerginliği hepsine serpmiş gibiydi. İdil'e sorgular anlamda bakarken çoktan Semih'in yanındaki yerimi almıştım bile. İdil mahçup bir ifadeyle dudaklarını birbirine bastırmıştı lâkin ne konuda mahçup olduğunu henüz çözememiştim. Sonuçta Gökhan onun bakma zorunluluğu olan çocuğu değil, yalnızca arkadaşının ağabeyiydi. Bir sorun olmuşsa bile İdil kendini suçlu hissetmemeliydi.

İlk önce ne durumda olduğunu merak ettiğim adama baktım. Semih sol elinde kupayı tutarken karşıya, tam olarak Gökhan'ın oturduğu yere bakıyordu. Bedeninin oldukça gergin olduğunu ufak kanepeden ötürü temas halinde olan bedeninden anlamak güç değildi. Gözleri ise son derece boş bakıyordu. Sanki o profesyonel bir oyuncuydu ve şu an içinden geçenleri kimse görmesin istiyordu. Övünülmesi gereken kısım ise bunu ustalıkla yapabiliyor oluşuydu.

Elimi bacağının üzerine yerleştirirken ilk amacım dikkatini dağıtmaktı çünkü Gökhan'ın bakışlarından bir şey anlasın istemiyordum. İkinci amacım ise sessizlik yaşanmasın, bu saçma gerginlik uzayıp gitmesindi.

İlk amacımda gayet de başarılı oldum. Semih, temasımla birlikte anında bakışlarını bana çevirdi lâkin yalnızca bununla sınırlı kalmadı. Boştaki elini elime sardı ve bacağında birleştirdi. "Sizi Semih ile tanıştırayım," diyerek girdim lafa. Bize bakan yüzlere, özellikle Gökhan'a bakarak devam ettim. "Kendisi erkek arkadaşım." Kurduğum cümlenin sonunda yalnızca basit bir nokta yoktu. Cümlenin sonunda Gökhan'ın içinde en ufak bir umut bile varsa eğer, o umutun kalbine saplanan mermiydi.

Oysa o mermi, bir kadın ilk istemediğini söylediğinde karşı tarafın duygularına saplanmalıydı. Neyse ki Gökhan takıntılı bir tip değildi, sineye çekmesi sancılı geçmez diye tahmin ediyor, belki de bunu diliyordum.

Puslu düşüncelerimi dağıtan şey arkadaşımın konuşmasıydı. İdil "Dün gece tanışmaya fırsatımız olmamıştı," diyerek girdi lafa. Semih'e bakarken yüzünde samimi bir gülümseme mevcuttu. Elbette en yakın arkadaşımın hayatımdaki insanı sevmesini isterdim. Görüyordum ki sevmişti de. "İdil ben."

GöçükWhere stories live. Discover now