20. Bölüm

3.4K 249 44
                                    

Sol işaret parmağımın ucundaki deriyle tam olarak kaç dakikadır oynadığımı tam olarak bilemiyor olsam dahi karşımda bir eli cebinde, önündeki camdan dışarı bakarak telefon görüşmesi yapan adamın tam olarak kaç dakikadır konuştuğunu biliyordum.

17 dakikadır konuşuyordu.

Ben de dakikalardır ona bakıyor, yalnızca şu son birkaç saattir yaşadıklarımızı anlamlandırmaya çalışıyordum.

Semih, bir kıskançlığın içerisindeyken ani bir karar almıştı. Tamam, memnun olmadığımı kesinlikle söyleyemezdim. Çok da memnundum, sevdiğim adamla birlikte daha fazla vaki geçirme şansını elde etmiştim ancak Semih yalnızca bu detayla sınırlı kalacak gibi durmuyordu.

Telefonun karşısındaki kişinin adını bilmiyordum ama Semih'in ortaklarından biri olduğu bariz belliydi. Semih daha birkaç dakika önce İstanbul'a açıp açmama konusunda kararsız oldukları şirket ayağını açmaya karar vermişti. Evet, sanki çok basitmiş gibi karşısındaki kişiye "Vazgeçtim, siz haklıydınız. Ertelemeyin bir manası yok," girizgahıyla kararını belirtmişti.

Tabii konuşmalarından yalnızca bu kadarını anlayabilmiştim. Eğer konuşmayı bitirebilirse daha detaylı bilgi almak için çabalayabilirdim çünkü benim de aklımda onlarca soru işareti vardı. Tamam, bir portföy şirketinin başka ayağı farklı şehirlere açılabilirdi. Bunda sorun yoktu zaten. Hatta sorun olmayan tek şey, bildiğim tek şey de buydu.

Nerede kalacaktı?
Ne kadar kalacaktı?
Peki ya aniden verdiği bu karardan pişman olabilir miydi? Üstelik buna bir nevi ben sebep olmuştum. Kısık sesle oflayıp geriye yaslandım. Hayatım hep bir soruna dayalıydı şu sıralar, bu sebeple kendimi yorgun hissediyordum.

Yaklaşık otuz dakika önce İdil, üstün ikna kabiliyeti sayesinde eve gelen arkadaş topluluğunu ve Gökhan'ı bir şekilde evden ayrılmaya ikna ederek Semih ile yalnız kalmamıza olanak sağlamış oldu. Semih ise hiçbir şey olmamış gibi davranmaya yalnızca kapı kapanana kadar dayanabilmiş, sonrasında beş dakikalık sessizliğin ardından telefonuna sarılmıştı.

Bu sürede üzerime koyu gri bir eşorfman takımı geçirmiştim. Tabii onca gerginliğin üzerine yalnızca değiştirdiğim kıyafetler rahatlamak için yeterli gelmemişti. Hala kendimi diken üzerinde hissediyordum ve Semih ile konuşmadan da rahatlayamayacaktım.

Daha fazla dayanamayarak ayağı kalktım. Adımlarım beni Semih ile bana tercih ettiği pencere önündeki boşluğa götürdü. Dikkatini çekmek isteyerek ellerimi göğüs kafesinin üzerine yerleştirdiğimde nihayet amacıma ulaşabilmiştim. Semih, başını sol omuzuna doğru yatırdı. Kulağı hala telefonda olsa dahi gözleri bendeydi. Beni baştan ayağı gayriihtiyari süzdü. Üstümü değiştirdiğimi henüz fark ediyor gibiydi.

"Bütçenin ne kadarını kullanabileceğimizi hesaplamadan ofis bakmam çok mantıksız," derken cebindeki elini yavaşça cebinden çıkardığını gördüm. Saniyeler sonra o el, hep olması gereken yer benim üzerimmiş gibi hissetmeme neden olacak bir tutuşla belime yerleşti. "Bence de." Başını aşağı yukarı salladıktan hemen sonra dudaklarını çok kısa bir an alnıma dokundurup geri çekildi.

Aidiyet.

Hiç şüphesiz Semih'e karşı hissettiğim en yoğun duyguydu ve bunun tadı çok başka, çok güzeldi. Bir eve ya da şehire karşı hissettiğimiz aidiyet hissi gibi değildi. Çok daha yoğundu.

Yine de bu, ufak dokunuşlarla şu an beni oyaladığı gerçeğini değiştirmiyordu.

"Kadroyu belirlemek için de biraz zaman gerekiyor. Görüşmelere bizzat Ben katılmak istiyorum çünkü profesyonel bir ekip kurmak istiyorum. İstanbul ayağı çok önemli." Ona olabildiğince sokuldum. "Semih," diye fısıldadım. Sesim, zar zor duyabileceği bir tonda yükselmişti çünkü sitemimin telefonun karşı tarafındaki adama ulaşmasını istemiyordum. Adının Ayaz olduğunu konuşma arasında Semih'in ağzından duymuştum. "Kapat artık." Semih sitemime karşılık kısık sesle güldü. "Yok kardeşim," dedi birkaç saniye sonra. "Sana gülmüyorum. Yengen biraz huzursuz olmuş."

GöçükWhere stories live. Discover now