BÖLÜM 16: GÖĞE BAKMA DURAĞI

2K 169 34
                                    

Bölüm Müziği: Kahraman Deniz - Acıtamaz

Gün, gecenin ruhuna gömülmek üzereydi. Pencerenin önündeki çıkıntıda otururken alnımı yasladığım soğuk camın yüzeyine sığınmıştım. O, kanatlarında bile kırgınlıklarını taşıyan çocuk; değil sözlerini, yeryüzüne dokundurduğu bakışlarını dâhi değiştirmişti. Uçamadığı uzaklara mıydı sessizliği, bilmem... Veya ertesi günü göremeyeceğini anladığım kelebeklerine var olan hüznüm müydü, meçhul... Belki de bu yüzden hava soğuktu. Güçlü kasırgaların arasında kalmıştı. Ne de olsa, artık onu görmediğim günlerin sayısı çoğalmaya başlamıştı...

Camdaki buhara parmak ucumla "Ogün Enes" yazıyordum ki, pencerenin önünden geçen siluete gözlerim takıldı. Kafamı kaldırıp onu takip etmeye başladım. Gelen kişi Ogün'dü! Yüzümde engel olmadığım gülümsememle evin kapısına doğru koşmaya başladım. O ise çoktan kapının önüne gelmiş gibi kapıyı çalıyordu.

Kapıyı açtım. Fakat karşımda yüzü gözü yara bere içinde olan bir Ogün Enes'i görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Yüzümdeki gülümseme söndü. Gözleri sönen gülümsememi bulmuştu. Ardından gözlerini kaldırıp yeniden gözlerimin içine baktı. Üzerime doğru seken bacağıyla adımlarken bir tepki vermedim. Ayağına bakmamak için çabalıyordum. Çünkü biliyordum, onu biraz daha incelersem ağlamaya başlayacağımı...

Yüzündeki yaralarını umursamadan gülümsedi. Şu hiçbir şey yokmuş gibi gülümsemesi yok mu... İşte en çok canımı yakan o oluyordu.

"Sanki bu sefer daha az özlenmişiz?"

Ellerimi tutmaya çalıştığında izin vermedim. Sadece arkamı dönüp odama doğru yürümeye başlamıştım. Bu süreçte yüzümden süzülen birkaç gözyaşımı o görmeden temizlemiştim. Peşimden geldiğini hissedebiliyordum ama dönüp ona bakmadım. Sanki çok umurumdaymış gibi az önce bozduğum kitaplığımı düzenliyordum.

"Bacaksız..."

Bir kitap daha...

"Mısra..."

Bir kitap daha!

"Böyle yapma..."

Bana dokunan ellerini itmeye çalıştım. Bu sefer geriye çekilmemem için kollarımı tutmuştu. Ellerimi kaldırıp göğsüne vurdum. Canı yanıyormuş gibi yüzünü buruşturdu ama o kadar şiddetli ağlıyordum ki bunu o an pek fark edememiştim. Sadece itmeye çalıştım. Vurdum. Beni çekiştirmesine karşı koymaya çalıştım. Çünkü bunu yapmasından nefret ediyordum! Böylesine dayak yemesinden! Böylesine mutluymuş gibi davranmasından! Böylesine canı yanmıyormuş gibi gözükmesinden! Onun bana böylesine hem uzak hem de yakın olmasından nefret ediyordum!

"Verdiğin kitabı okuduğumu biliyor musun?"

Bir daha vurdum göğüs kafesine. İttim. Geriye çekilmeye çalıştım.

"İçinde öyle güzel bir söz vardı ki bacaksız..."

Bileklerimi tuttu, tekrardan ona vurmayayım diye. İşte o zaman soluk soluğa kalmış bir şekilde ona bakmıştım.

"Durma kendini hatırlat," diye fısıldadı güçlükle, kitaptaki altını çizerek verdiğim o sözleri kendi dilinde canlandırırken. "Durma göğe bakalım..."

Hıçkırıklarım şiddetlendi. Ona tek yaptığım şey, "Yapma," der gibi kafamı sağa sola sallamak olmuştu. Alnını alnımla buluşturduğunda ikimizin de gücü tükenmiş gibi çoktan dizlerimizin üzerine çökmüştük. Olduğumuz yere yığıldık. Sanki gökyüzünün altında kalmıştık... Bu kadardı işte. Ona olan öfkem, kırgınlığım, kaçışım, sadece buraya kadardı. Sonra yine sığınıyordum onun parmak uçlarına. Yine siliyorduk gözyaşlarımızı. Yine birbirimizi incitmeye korkar oluyorduk...

"Özür dilerim..." Bunu söylerken yüzünde hâlâ var olan gözyaşının izini elimin tersiyle sildim. Bileğimi tutan parmakları zamanla avucumun içine kaymıştı. "Bunu yapmak zorundayım."

Burnumu içine çekerken gözlerine "Neden?" der gibi bakmıştım. Titrek gözkapaklarımızın ardından göz göze geldik.

"Onlara karşı gelmezsem babamı incitiyorlar, bacaksız..."

İşte o akşamüzeri Ogün'ün işittiğim ilk itirafı bu olmuştu. Şaşırmıştım, çünkü bundan daha öncesinde hiç bahsetmemişti. Babasını sevdiğini elbette biliyordum, ama bu kadar çok değer verdiğini tahmin etmemiştim. Dayak yeme sebebini hep başka şeylerde aramıştım. İlk onu gördüğümde serseri olduğunu düşünen tarafım yanmaya başladı. Ateş yükseldi. Gözyaşlarımda son buldu. Öyle ki bu korların arasında kül olduğumuzu kanıtlar gibi birbirinin üzerini örten dudaklarımızda tek hissettiğim şey gözyaşlarımızın ılıklığıydı. Bu ne bir zamandı, ne de bir doğa kanunu... O gözyaşlarımız, kalbimin en incelmiş mabedime dokunarak usul usul yanıp kül etmişti bizi.

Küllerimiz yıkıldı. Aynı zeminde, birbirimize bakarken, bir yanağım zeminin soğuk sızısına diğeri de Ogün Enes'in avucundaki sıcaklığına kurban edilmişti. Okşadı yüzümü. Bazen parmak uçları gözlerimin altını sildi. Yine de bozmamıştık bakışmamızı. Bilmezdi tabii, o kusursuz yüzüne en çok yakışan şeyin gülümsemek olduğunu... Bu yüzden dayanamazdım ağlamasına. Dağılıverirdim oracıkta. Toparlanamazdım. Gitmesin isterdim. Hep yanımda kalsın... Bir daha ona hiç kimse dokunamasın isterdim. Bir daha canı yanmasın diye Tanrı'ya her gece yalvarırdım.

Uzun uzadıya dalış yaptığımız o sessizliğin topraklarında ilk beliren şey şu olmuştu: "Bir film var, dublajını yapacağım..."

O toprakların üzerinde ilerleyen adam bir kasabanın içinden geçti.

"O film bizim hayatımızı değiştirecek..."

Kasabanın çıkışında onu bekleyen kıza hafifçe gülümsedi. Tıpkı şimdiki gülümsemesi gibi...

"En fazla 3 ay. 3 ay sonra buradan gideceğiz. Gideceğimiz yeri belirlemedim, sen söyle. Sen söyle, bacaksız... Neresi olsun isterdin?"

Gülümsediği kız gözyaşlarıyla o gülümsemesine karşılık verdi. Tıpkı şimdiki gülümsemem gibi... Çünkü o kasabanın içinden geçip giden adamın, çoktan ardındaki toprağa kendisini gömdüğünü biliyordu. Çamur bulaşmış kıyafetlerini tek başına temizlemekten yorulmuştu. Bırakmıştı. Öldüğü yerde kaybolmak için kendini bırakmıştı. Belki de bu yüzden, bir sonraki geceyi görüp görmeyeceğini düşündüğü halde, o kasabanın yıkık dökük binalarına saklanmış kıza yine aynı yalanı uyduruyor ve bir sonraki 3 aya başka bir film sözü vererek yeniden gömüldüğü toprak diplerinden diriliyordu.

Tıpkı şu anda olduğu gibi...

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin