BÖLÜM 10: ÖLÜ KALDIRIMLARDA SÖNEN İZMARİTLER

795 71 62
                                    

Bölüm Müziği: Anton Belov - Athletic Heart

"Caner Akbulut..." Harun, elindeki kâğıdı sallayarak bana kaşlarını çatmıştı. Aynı şekilde ben de öyle... "Adam öleli 1 yıl olmuş ve sen bize bir ölüyü aratıp duruyorsun, Ogün!"

Dişlerim birbirine kenetlediği için birkaç saniye kadar kendimi yatıştırmaya çalıştım. Bu süreçte sabırla benim konuşmamı beklemişti Harun. "Ölü birisi babamın canını nasıl alabilir, Harun?"

"Belki de senin öyle düşünmeni sağladılar."

"Harun," dedim yorgun bir sesle. Ona doğru adımladığımda Harun öylece karşımda dikilmeye devam etmişti. "Evimize geldi. Oradaydı. Kapının eşiğinde... Başında bir şapka vardı. Yüzünü gölgeliyordu ama oradaydı. Benim ve babamın köşeye sıkıştırılmasını izliyordu. Hatta bundan keyif alıyordu."

Elindeki kahveyi bir kolunu yasladığı masanın üzerine koyduğunda bakışlarını bana çevirmese de, "Ogün," diye fısıldamıştı. Kaşları çatıktı. Bitkin bakışları ise durgun...

"Efendim baba?"

"Bu intikam öyküsü senin canına mâl olacak, Ogün."

Fısıltım, soğuk havanın hissine şeref etmişti bu gece: "Biliyorum."

"Sana anlatmadığım bazı şeyler var."

Kaşlarımın çatıklığı derinleşirken anlamayan gözlerle ona bakmıştım. "Ne gibi?"

"Caner yaşıyorsa eğer, seni öylece bırakmasının bir nedeni de vardır."

"Var."

Babam kafasını kaldırıp bana baktığında öyle garip bir sızı akın etmişti ki düşüncelerime; o an ne konuşabildim, ne de ona karşı direnebilmiştim: "Ben bir hata yaptım."

"Sebebi ne?"

Ruhsuz bir gülüşle kafamı sağa sola salladım. "Onu bulmamı istiyor."

Harun da iç çekerek bana başını sallarken sıkıntılı bir ifadeyle etrafına bakınmıştı. Elindeki ölümüne dair ortaya atılan o yazı bir kurmacaydı. Biz de inanmıştık. Her şeyin bittiğine inanmıştım. Hatta bunu duyduğum günden bir gün sonra Mısra için bir sandal kiralamıştım. Yaralı kalbiyle izlediği o İstanbul Boğazı'na yaklaştırdım onu. Ellerini tuttum. Gözlerine baktım. Acılarını dindirebileceğimi fısıldadım o denizle göğün arasında. Oysa çoktan kopmuştu kıyamet. Geçemedik ömrümüzde bir adım daha ileriye. Öylece kalakaldık. Deniz yuttu sandalımızı. İçinde kaybolduk. Gök buna şâhit oldu da anlatmadı yeryüzüne. Cesedimizi de sakladı. İki maviliğin ortasında, bir gece ansızın cinayet işlendi ama insanoğlu duymadı sesimizi. Altında kaldığımız sularda bir bacaksız kadar suskunlaştım. Artık kimin dilsiz, kimin kelimelerin imparatoru olduğunu bilmiyordum. Ne de olsa hiç konuşmadan bile canımı yakmayı başarmıştı, Mısra Karataş.

"Yarın akşam çocuklarla bir plan yapacağız. Sana neler düşündüğümüzü anlatırım ama şimdilik benimle görüşme. Çok dikkat çekiyoruz."

Belli belirsiz bir hisle başımı salladığımda, Harun da bana eşlik etmişti. Endişeliydi, bakışlarından anlayabiliyorum. Ama onlara çoktan söylemiştim, oradan sadece ikimizin cesedinin çıkacağını... Harun omzumu sıkarak yanımdan geçip gitti. Karşımdaki boşluğu izledim öylece. Birkaç dakika kadar düşünme yetimi kaybetmiş de sayılırdım. Caddenin uğultulu yalnızlığını dinledim. Sokak aralarında kaybolan benliğini izledim. Sürgün düşen yıldızların göğe direnişini... Hepsi bir yağmurdu sanki. Yağıyordu üzerime. Üşüyordum zamanla. Hastalanıyordum. Tedavim bulunamadan koparılıyordum nefeslerimden.

Kalbime inen bir gecenin karanlığında boğuşuyorum son kez. Biliyorum yenileceğimi. Anlıyorum tükenen nefeslerimde. Sadece belli etmiyorum diğer insanlara ölüp de onların içine karıştığımı... Yürüdüğüm caddede yeni doğan gün ışığına gözlerimi kısarak bakmıştım. Üst üste gibi duran binaların arasından sıyrılıp bulmuştu benim yüzümü. Henüz cılızdı varlığı. Tabiatı sakince uyandırıyordu ama gözlerine bir gram uyku girmemiş olan bana ciddi bir acı verdiğinin farkında değildi.

Çünkü bir gece daha eksilmişti ömrümüzde...

Başka bir ara sokağa girdim. Yüksek binaların içinde kayboldu bedenim. Hissedebiliyorum. Yine de ilerlemeye devam ediyordum. Yanından geçtiğim birkaç adam kaşlarını çatarak bakmıştı bana. Kapüşonlu bir çocuğun elleri cebinde sakin adımlarla yabancı bir mahalleden geçiyor olması onları ürkütmüştü. Beni görmüyorlardı. Beni tanımıyorlardı. Beni hissetmiyorlardı... Bu yüzden sorgulayan gözlerle bana dokunan o simalarına saygıyla boyun eğdim. Geçtim o ölü kaldırımların üzerinden. Başka bir kaldırıma bile bastım. Hepsini parçalara ayırdım. Bir izmarit ulaştı dudaklarıma. Yaktım onu. Kavruldu ciğerlerimde. Nefeslerime bulandı sızıları. Çok geçmeden de parmaklarımda öldü o izmarit. Onu gömmekle uğraşmadım. Üzerinden geçtiğim ölü kaldırımlara fırlattım cesedini. Zamanla bir başkası onu ezip gitti de, bu katliamdan haberi olmadan yaşadı hayatını. Ona da saygıyla boyun eğdim. Çok parçam vardı sigara paketimde. İçkilerimde çok kan kaybetmişliğim... Yığılırdım Dünya'nın herhangi bir köşesine. Ayaş ayaklarıma dolanırdı zaman. Düşürürdü beni. Bir de dizlerim kanardı, yığıldığım o köşede son nefesimi verirken...

Yolun sonundaki binanın köşesini dönmek yerine adımlarımı yavaşlattım, hatta durdurdum. Binaya bir omzumu yaslayarak telefonu cebimden çıkardım ve saate baktım.

06.36.

Kafamı kaldırıp tek tük aracın geçtiği o yolu izledim bir süre. Çoğu insan hâlâ evindeydi. Sıcak yataklarında... Belki de tek başına etmediği o kahvaltının başında bir yudum çay içiyorlardı. Başını kaldırdığında göz göze geleceği birisi vardı karşısında. Gülümsemesiyle kendisinin de gülümseyeceği bir hayat arkadaşı da olabilirdi. Ya da ailesinden biri... Kardeşleri, geçmişten kalan bir dostluğu, çok sevdiği birisinin misafirliği bile olabilirdi. Bunları yaşamaya değerdi zaman. Birileriyle aynı masaya oturup saatlerce konuşmaya, onlarla aynı lokmayı paylaşmaya ve anlattıkları bir olaya gülümsemeye değerdi. Artık bunları yaşayamıyor olsam bile...

Saat 7'yi bulmadan sol tarafımda kalan o kapı sonunda açılmıştı. Aramızda tahmini 10 metrelik bir mesafe vardı. Kafasını çevirse görürdü beni ama yine işine geç kalıyor olsa gerek kadın hızla ilerledi. Beni yaslandığım duvardan ayıracak kadar şok geçirten şeyse, kapı kapanmadan peşi sıra çıkan o kız çocuğu olmuştu. Çatık kaşlarım ifadesini yitirdi. Durgunlaştım. Öyle ki o birkaç saniyelik şokun etkisiyle nefes bile almayı unutmuştum.

Kadın, kız çocuğunun elini tutarken bir yandan da omzundan düşen çantasını toparlamaya çalışıyordu. Apar topar ilerlemeye başladı. Ben de onların peşine takıldım. Aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordum ama kızın yüzünü göremediğim için panik olmaya da başlamıştım. Soluklarım sıklaştı. Parmaklarım kasılıyordu. Kadın, duraktaki otobüse doğru elini sallarken koşmaya başlamıştı. Ben de adımlarımı hızlandırdım. Onlara yetişmeye çalışıyordum. Araca bindiler. Artık benim için çok geçti. Kapı kapandı ve otobüs yola koyuldu. Nefes nefese kalmış bir şekilde yanımdan geçen o otobüse baktığımda, birkaç saniyeliğine bile olsa cam kenarına oturmuş olan o kız çocuğuyla göz göze gelmiştik. Aşıp geçtiler ölü kaldırımları o otobüsle. Ardında ben kaldım. Düşüncelerime nüfuz eden o şeyle irkildim. Ne yapacağımı bilemedim. Korktum. Ama bir o kadar da mutlu oldum. Sarışın saçlarının ve mavi gözlerinin güzelliğini düşündüm o kız çocuğunun. Dolan gözlerimle gülümsedim ardındaki boşluğa.

Bir kız kardeşim vardı.

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin